27 Ağustos 2008 Çarşamba

Bebeğinizi masaj yaparak mutlu edin

Bebeklere masaj nasıl yapılır? Masaj sırasında dikkat edilecek hususlar neler?
Bebek masajı, anne ve bebeğin birbirleri ile tanışıp ilişkiyi başlatma ve geliştirmesi için önemli bir role sahip. Dolayısı ile bebek masajını yalnız fiziksel yararları olan fiziksel bir terapi olarak düşünmemek gerekiyor. Masaj sırasında iletişimin 5 boyutu ile birlikte (görme, dokunma, koklama, duyma ve tat alma) 6. boyut olarak hareketler de devreye giriyor. Bu sırada ten teması ile sağlanan
sözsüz iletişim de ilişkinin niteliğinde büyük önem taşıyor.

VKV Amerikan Hastanesi Ortopedi Bölümü'nden Fizyoterapist İmran Erkanat, annenin bebeği ile göz teması kurarak bebeğinin ayak parmaklarına dokunması; bunu yaparken yumuşak bir sesle ne yaptığını bebeğine anlatması, vücudunun dokunduğu bölgelerin adı ile birlikte, bebeğini rahatlatacak "gevşe", "rahatla" gibi sözler söylemesinin bebeği yalnız fiziksel olarak değil; ruhsal olarak da rahatlattığını söylüyor.

Masaj sayesinde anne bebek arasındaki kurulan yakın ilişkinin yanı sıra bebek, vücudunun bölümlerini önce ayrı ayrı farkeder, sonra da vücüdunu bütün olarak gevşemiş bir şekilde algılar. İlk yapıldığında alışkın olmadığından bebek ağlayarak tepki gösterirse masajın bırakılması gerekir ancak zamanla masaj bebek için keyifli hale gelir.

Masaj boyunca bebeği hazırlamak için küçük bir ön hazırlık gerekir. Yeni doğmuş bebeklerde dikkat süresi yaklaşık olarak 15 dakika civarındır. Bu süreyi düşünerek her hareket bir ya da iki kere tekrarla yapılabilir ancak bebek masaja alıştıkça ve büyüdükçe bebeğinizin toleransına göre masaj süresini artırabilirsiniz. Masaj yaparken amacınızın bebeğinizle birlikte iletişim kurmak, rahatlamak ve eğlenmek olduğunu daima hatırlayın. Bebeğiniz, karnı doyduktan 1 saat sonra masaj için daha keyifli ve dinamik olacaktır.

Masaj yaparken dikkat edilecek noktalar

15 dakika süreyle rahatsız edilmeyeceğiniz bir ortamda olduğunuzdan emin olun. Rahat bir ortam yaratmak ve ikinizi de gevşetmek için hafif bir müzik çalın. Odanın ılık olmasına ve masaj süresince de böyle kalmasına özen gösterin. Bebeğinizi yatıracağınız yumuşak bir yüzey hazırlayın. Bebek masajını en güvenli yerde yapabilirsiniz. Masaj süresince gerekebileceğinden, temiz bir alt bezi ve yumuşak bir havluyu masaj yaptığınız yerde hazır bulundurmalısınız. Yumuşak
formüllü bir bebek yağı kullanılırsa, masaj sırasında sürtünme nedeniyle bebeğin derisi zedelenmez. Herhangi bir lezyon oluşursa masaja ara verin. Bebeğinizin vücudunda ellerinizin rahat hareket etmesini sağlayacak miktarda bebe yağını ellerinize sürün. Masaja hafif dokunuşlarla başlayın, kendinizi güvende hissettikçe ve bebeğiniz masaja alıştıkça, uyguladığınız basıncı yavaşça artırın.

Bebeğiniz bazen yorgun olabilir ve her türlü dış uyarı ona fazla gelebilir. Bu durumda dinlenmeye ihtiyacı vardır. Bırakın biraz dinlensin. Uyandıktan sonra masaj yapmayı tekrar deneyin.

Bebeğinizin daha da rahatlamasını sağlamak için, onun dikkatini bedeninin bir noktasına toplamasını sağlayın ve ona nasıl davranacağını öğretin. Örneğin bir kolunu tutun. Kolu hafifçe sallarken ona "rahatla" deyin ve gülümseyin. Bu, bebeğin dikkatini kendi vücudu üzerinde yoğunlaştırmasını ve rahatlamasını sağlar. Bu ruh halindeyken de dokunuşlarınızdaki olumlu mesajları daha kolay
anlar. Bebeğinize en iyi masajı o tamamen çıplakken yaparsınız, özellikle banyo yaptırdıktan sonra...

Bebeğin cildini, özellikle de bezli bölgeyi temizleyin. Bebek kendini savunmasız hissedebileceği için alt bezini hemen çıkartmayın. Bebeği soyduktan sonra, çişini ya da kakasını yapma ihtimaline karşı, altına bir bez yayın. Eğer bebek altını kirletirse, alt temizliğini yaptıktan sonra masaja devam edin.

Bebek Masaj nasıl yapılır?

Yüz Masajı: Bebeğinizin yüzü meme emme, diş çıkarma, ağlama ve çevresinde durmadan büyüyen dünya ile karşı karşıya kalmaktan dolayı sürekli ve büyük bir stres altında kalır. Parmaklarınızı bebeğin alnının ortasına koyun ve şakaklara, oradan da yanaklara doğru masaj yapın. Daha sonra başparmaklarınızla bebeğinizin göz kapaklarını şakaklara doğru hafifçe ovun. Yine başparmaklarınızla bebeğin burnunu yanaklara doğru hafifçe bastırarak ovun. Daha sonra çeneden kulak arkalarına doğru hafifçe masaj yapın.

Kol Masajı: Bebeğinizin kolunu kaldırın, omuzdan bileğe doğru önce bir elinizle, sonra da ötekiyle sıvazlayarak masaj yapın. Bu yöntemin adı "Hint Masajı Tekniği"dir. Hint Tekniğini uyguladığınızda ovma işlemini bilekte bitirmeyip ellere kadar da uygulayabilirsiniz. Aynı hareketi bu kez de bilekten omuza doğru tekrarlayın. Ters yönde yapılan bu masaja da "İsveç Tekniği" denir. Bebekler el masajına bayılır. Bebeğin elini açın, her parmağını sırayla ovun. Elinin üstünü
ve avucunun içini parmaklara doğru aşağı yukarı ovun. Tüm bunları tamamladıktan sonra avuç içlerinizle kollarını yukarıdan aşağı doğru yuvarlayarak hafifçe ovuşturun. Son olarak, bebeğinizin kolunu avuçlarınızın içine alarak, içe doğru dairesel şekilde sıvazlayın.

Karın Masajı: Karın masajı aynı zamanda bebeğinizin sindirimine, gaz çıkarmasına ve kabızlığın iyileşmesine de yardımcı olur. Kolik bebeklerde karın ağrısının giderilmesine yardımcı olabilir. Karın masajına "su çarkı" denilen eğlenceli bir teknikle başlayabilirsiniz.

Ellerinizi kendinize doğru kum çeker gibi bebeğin karnından bacaklarına doğru hareket ettirin. Bebeğin bacaklarını havaya kaldırın, dizlerden bükerek hafifçe karına doğru bastırın. Bu bebeğin karın kaslarının gevşemesini sağlayacaktır.Bebeğinizin bacaklarını bileklerinden kavrayarak sol elinizle tutun. Bir önceki hareketleri sadece sağ elinizi kullanarak yapın. Bu mideyi rahatlatacak ve masajın daha derinlere etkili olmasını sağlayacaktır. Karın masajını, parmaklarınızın ucunu bebeğin göbeğinde soldan sağa doğru
yürüterek tamamlayın. Bu hareket bebeğin gazının çıkartılmasına yardımcı olur.

Bacak Masajı: Bacak masajı kollara uygulanan masaja çok benzer. Bacağı her iki elinizle yukarı kaldırarak tutun ve ellerinizi birbirine ters yönlerde çevirerek bacağını ovun, kalçadan bileğe doğru ellerinizin bu hareketini sürdürün. Aynı hareketi bilekten kalçaya doğru tekrarlayın. Kollara uyguladığınız burma yöntemini ellerinizi aşağı yukarı hareket ettirerek bebeğin bacağına da uygulayabilirsiniz.
Başparmağınızla topuktan başlayarak, parmaklara doğru ayak tabanını ve ayak parmaklarının her birini teker teker ovun.

Sırt Masajı: Birçok anne-baba bebek masajını bebeğin sırtını ovarak bitirmekten hoşlanır. Bebeği bir yastığın ya da battaniyenin üzerine yüzüstü yatırın. Bunu yaparken ellerinizin yağlı olduğunu ve bebeğinizin kayabileceğini unutmadan, dikkatlice hareket edin.

Ellerinizi bebeğin sırtında yanlamasına ileri geri hareket ettirerek masaja başlayın. Bunu yaparken ellerinizi yavaşça sırtta aşağı ve sonra yukarı doğru kaydırın. Her iki elinizi boyuna yakın bir şekilde sırtın ortasında tutun. Omurgaya dik açı oluşturacak şekilde, ellerinizle sürtme hareketi yaparak, boyundan kalçaya doğru hafif hafif kaydırarak tüm sırtını sıvazlayın. Daha sonra sırtında
parmaklarınızın uçlarıyla küçük daireler çizin. Masajı tamamlamak için bebeğin sırtını boyundan aşağı doğru yavaşça okşayın. Böylece bebek o günkü masajın bittiğini anlayacaktır.

Kadınlar neden uzun yaşıyor?

Beyler siz de bu taktiği uygulamaya çalışın...

Kadınların erkeklerden daha uzun yaşamalarının sırrı anlaşıldı.

Amerikalı araştırmacılara göre, kadınlar uzun ömürlerini daha iyi uyumaya borçlu. Öyle ki kadınlar normal koşullarda erkeklerden 2 kat daha fazla ve kaliteli uyuyabiliyor...

Kadınlar her gece 70 dakika, erkekler ise 40 dakikada derin uykuya geçebiliyor

Doğumsal kalça çıkıklığına dikkat

Hastalığın görülme riski hangi durumlarda artıyor?
Doğumsal kalça çıkığı (DKÇ), kalça ekleminin gelişimindeki bozukluklar sonucunda farklı dönemlerde ve farklı şekillerde ortaya çıkıyor. VKV
Amerikan Hastanesi'nden Ortopedi ve Travmatoloji Bölüm Şefi Prof. Dr. Mahmut
Berkman, kalça çıkığının hastaların çoğunda doğumdan hemen sonraki erken dönemde meydana geldiğini ve bu nedenle önlenebilen bir hastalık olduğunu belirtiyor.

Doğumsal Kalça Çıkığı (DKÇ) kalça eklemi kapsülünün gevşek olması nedeniyle kalça eklemini oluşturan kemiklerin birbiriyle uyumunun bozulmasından kaynaklanır. Erken tanı konulduğunda uyluk kemiğinin üst ucunu yuvasında tutacak önlemlerle, eklemin uygun bir şekilde gelişmesi sağlanabilir. Ancak tanı ve tedavide yetersiz kalındığında çocukluk ve erişkin dönemde aksama, bacak boyu eşitsizliği, hareket kısıtlanması ve ağrıya yol açarak sakatlığa neden olur.

Hastalığa, bebeklerini bacakları açık durumda sırtında taşıma adeti olan Asyalılarda ve siyah ırkta az rastlanırken, kundaklama alışkanlığı olan Amerika yerlilerinde ve Kafkasyalılarda çokça rastlanmaktadır. Türkiye'de ise hastalığın sıklığı binde 15 civarındadır. Her yıl yaklaşık 1,5 milyon canlı doğum olan ülkemizde topluma yeni katılan DKÇ'li birey sayısı yaklaşık 22.500'dür. Toplumumuzda son yıllarda sosyokültürel seviyenin ve tıbbi tedavi imkanlarının iyileşmesi ile hastalığın eskiye oranla görülme sıklığı azalmıştır.

Bunlara dikkat

* Ailede ve yakın akrabalarda kalça çıkığı olması
* Kız çocuk olması
* Bebeğin rahim içinde makatla geliş durumunda olması
* Çoğul doğum (ikiz, üçüz...)
* Rahim içi sıvısının az olması
* Bebeğin ayağında veya boynunda doğumsal şekil bozuklukları olması
* Annenin ilk doğumu olması
* Kundaklama

Yeni doğan bebekler günün her saatinde kalça ve dizleri bükük dururlar. Bebeğin bir veya iki kalçasını rahatça uzatamaması kalça çıkığının ilk belirtisi olabilir. Yeni doğanda kalçada hareket kısıtlılığı olması dikkate alınması gerekli bir bulgudur.
Çocukluk çağında ve sonrasında kalçada ağrı, topallama, bacak boyu eşitsizliğine neden olabilir.

Erken tanı için riskli bebekler (ilk doğum, makadi doğum, kız çocuklar, çoğul
doğumlar, ailesinde kalça çıkığı olan bebekler) başta olmak üzere, tüm yeni
doğanların kalça muayenesi yapılmalıdır. Şüpheli durumlarda kalça ultrasonografisi ve gerekirse röntgen filmi çekilmelidir. Kalça ultrasonografisi özellikle yeni doğan döneminde ve erken çocukluk döneminde tanı konulmasında etkili bir tanı aracıdır.

Erken dönemde (doğum sonrası ilk 6 ay) kalça çıkığı tanısı konan çocuklar (alçı, bandaj gibi) ameliyatsız yöntemlerle iyileşirken, geç tanı konulduğunda (özellikle yürüme yaşından sonra) mutlaka cerrahi tedavi gerekmektedir.


Bebeğin doğru yöntemlerle bakımı önemlidir. Alt değiştirme sırasında veya egzersiz yaptırma maksadıyla bacakları uzatarak ve dizleri tutarak yapılan müdahaleler risklidir (Kalçayı çıkmaya zorlayan adaleleri germemek için kalça ve dizlerin hareketi serbest bırakılmalı). Bebeğin ara bezinin yumuşak olmasına dikkat edilmeli ve gövdenin alt kısmına bol ve rahat giysiler giydirilmelidir. Bebek, kucakta taşırken bir el bacaklar arasından geçirilerek veya yüzü taşıyan kişiye dönük olarak ve bacaklar açık bir şekilde gövdeye yaslanarak tutulmalıdır.

24 Ağustos 2008 Pazar

Benler kanserin habercisi mi?

Gaziantep Üniversitesi (GAZÜ) Tıp Fakültesi Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Bekerecioğlu, vücuttaki her benin kötü olmadığını ve kansere dönüşmeyeceğini bildirdi.

Bekerecioğlu, insan vücudunda "ben"denilen çoğu zaman koyu renkli lezyonlar bulunabildiğini, benlerin sayısında yaşla birlikte artış yaşanabildiğini ve bir insanın yaşamı boyunca yaklaşık 100 adet beni bulunmasının normal olduğunu belirtti.

Benlerin insan vücudu için gerekli olduğuna ve vücutta artık hücreleri temizleyerek çöp kutusu görevi gördüğüne işaret eden Mehmet Bekerecioğlu, bazı benlerin ise ayrı tutulması gerektiğini ifade etti.



Bekerecioğlu, "Her ben kötü değildir, kötüye dönmez (kanserleşmez). Benlerde karakter ve huy değişikliği varsa, takip edilmeli ve gerekir seçıkarılmalıdır" dedi.

Benlerde, herhangi bir kaşıma ve sürtme olmadan kendiliğinden bazı değişiklikler olduğunu anlatan Bekerecioğlu, bunları "benin düzensi zhale gelmesi, sınırlarının ve etrafının girintili çıkıntılı olması, renginde değişiklik, benin çapının ve kabarıklığının artması" şeklinde açıkladı.

Bu değişikliklerden biri veya bir kaçının oluşması durumunda hemen birplastik cerrahi uzmanına başvurulması gerektiğine işaret eden Bekerecioğlu, "Bazı benler doğuştan vardır. Doğuştan olan benlerin çocuğun vücudunu kapladığı alan önemlidir. Bu alan büyüdükçe, bu benler üzerindengelişecek deri kanseri riski de artar. Bu benlerin erken yaşlarda çıkarılması gerekir. Sonradan ortaya çıkan benlerin ortak özelliği isegüneş ışınlarına maruz kaldıkça kötüye dönme potansiyellerinin artmasıdır. O yüzden güneş ışınlarına maruz kalmaktan kaçınılmalı, güneşten koruyucu kremler ile ışınların zararlı etkileri azaltılmaya çalışılmalıdır" dedi.

Bekerecioğlu, "Benlerin kötüye dönme potansiyelleri, genetik yatkınlıkla da ilgilidir.Her ben kötü değildir, ama benlerin sayısı fazla olan kişiler risktaşıyabilir. Ayrıca, açık tenli olmak da bir risk faktörüdür. Benler ile oynanmamalı ve tahriş edilmemelidir" şeklinde konuştu.

21 Ağustos 2008 Perşembe

SAĞLIKLI YAŞAM İÇİN HAFTADA EN AZ 3 GÜN YÜRÜYÜŞ

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Spor Fizyolojisi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hakkı Gökbel, haftada en az 3 gün yürüyüş yapmanın birçok hastalığa iyi geleceğini kaydetti.
Prof. Dr. Gökbel, hareketsiz yaşamın insan sağlığını tehdit ettiğini belirterek, sağlıklı ve kaliteli bir yaşam sürmek için düzenli olarak spor yapmanın çok önemli olduğunu söyledi.
Pratik ve kolay yapılabilecek egzersizlerin seçilmesi gerektiğini vurgulayan Gökbel, ''yürüyüş ve koşu tercih edilebilecek egzersiz türleridir. Eğer imkan varsa yüzme de tercih edilebilir. Yaş gruplarına göre hangi sporun yapılacağı belirlenmelidir. Bazı yaş grupları için yoğun bir egzersiz sayılmaması nedeniyle yürüyüş yeterli olmayabilir. Bu yaş gruplarında daha yoğun egzersizler tercih edilebilir'' diye konuştu.



Gökbel, düzenli olarak yürüyüş yapılmasının önemini vurgulayarak, şöyle devam etti:
''2 gün arayla haftada 3 gün en az 30 dakika yürüyüş yapılmalı. Düzenli olarak yürüyüş yapıldığında kaslar ve dolaşım sistemi olumlu etkilenecektir. Koroner kalp hastalıklarının önüne geçilebileceği gibi kalbin düzenli çalışması da sağlanır. Yürüyüş, damar sertliğine, kalp, beyin ve damar hastalıklarına iyi geldiği gibi vücutta olumlu değişiklikler de sağlar.''
Gökbel, düzenli yürüyüş yapmanın kişinin psikolojisine de olumlu katkı sağlayacağını dile getirdi.

Bademcik iltihabı romatizma nedeni

Denizli Devlet Hastanesi Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Hasan Akşık, bademcik iltihabının eklem romatizmasına neden olduğunu söyledi.

Çocuklarda görülen romatizmaların büyük çoğunluğunun bademcik iltihabına yol açan A grubu beta hemolitik streptokok enfeksiyonlarına bağlı meydana geldiğini, bu mikroba halk arasında beta mikrobu adı verildiğini belirten Uz.Dr. Hasan Akşık, "Beta mikrobuyla geçirilen bademcik iltihabı 1-2 hafta sonrasında ayak bileği, diz, dirsek, el bileği gibi büyük eklemlerde son derece ağrılı, şiş ve kızarık eklem iltihabına yol açar.



Ayak eklemlerinde oluşan iltihap çocuğun üzerine basamayacağı kadar ağrılıdır. Eklem iltihabına ateş de eşlik eder.

Yeterli ilaç tedavisi yapıldığında hiçbir hasar bırakmadan tamamen iyileşir" dedi. Eklem romatizması sırasında kalp romatizması da oluşabileceğini anlatan Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Hasan Akşık, eklem romatizmasının mutlaka doktor kontrolü altında hastane de yatırılarak tedavi edilmesi gerektiğini söyledi.

Hastalık iyileştikten sonra tekrarlamaması için 20 yaşına kadar düzenli koruyucu antibiyotik tedavisi uygulanması gerektiğini ifade eden Akşık, sözlerini şöyle tamamladı:

"Eklem romatizmasında esas korkulan durum kalp romatizmasıdır. Eklem romatizması tamamen iyileşmesine rağmen kalp romatizmasında kalp kapakçıklarında hasar oluşma ihtimali çok fazla ve ilerleyen yıllarda kalp hastalıklarına yol açmaktadır."

İnternetten ilaç satın almayın

İnternet yoluyla reçetesiz satılan ilaçların yüzde 62'si sahte

Türk Eczacıları Birliği (TEB) Başkanı Erdoğan Çolak, bazı internet sitelerinden hangi ortamlarda nasıl üretildiği belli olmayan ilaçlar satılarak milyonlarca kişinin hayatının tehlikeye sokulduğunu bildirdi.
Erdoğan Çolak, yaptığı yazılı açıklamada, ilaçların ağrıların dindirilmesi, zihnin ve bedenin normal dışı durumlarının düzeltilmesi ve denetim altında tutulması için kullanıldığını, reçeteyle verilen bir ilacın hekim tarafından özel olarak yazılması gerektiğini belirtti.


Bir ilacın, üretiminden piyasaya sürülmesine kadar kalite emniyeti, iyi imalat uygulamaları ve kalite kontrolü aşamalarından geçtiğini kaydeden Çolak, piyasaya çıktığı andan itibaren de ilacı kullanan hastaların beyanları doğrultusunda, doktor ve eczacıların yönlendirmesiyle Sağlık Bakanlığınca izlenmeye devam edildiğini bildirdi.
Son günlerde basına da yansıdığı üzere, bazı internet sitelerinden hangi ortamlarda nasıl üretildiği bile belli olmayan ilaçlar satılarak milyonlarca kişinin hayatının tehlikeye sokulduğunu hatırlatan Çolak, açıklamasında şu görüşlere yer verdi:
''Teknolojiyle birlikte gerek bilgiye ulaşmada gerekse hayatın diğer alanlarında yaşamın kolaylaştığı yadsınamaz bir gerçektir. Ancak sanal ortamın denetlenemezliği kötü niyetli kişileri dünyanın en büyük pazarı olan ilaç konusunda harekete geçirmiş, aynı zamanda ilacı rekabet unsuru haline dönüştürmelerine sebep olmuştur. Avrupa Güvenli İlaca Erişim İttifakı'nın yaptığı son araştırma da göstermiştir ki özellikle internet yoluyla reçetesiz satılan ilaçların yüzde 62'si sahte veya gerekli miktarın altında etkili madde içermekte, geriye kalan ilaçların yüzde 16'sı yasa dışı yollardan ithal edilmekte, yüzde 33'ü bilgilendirme broşürü içermemektedir.''
Çolak, hastaların çoğu zaman, rekabet amacı taşıyan reklam unsurlarıyla yanlış bilgilendirildiğini, hastalığını tedavi edeceğini düşündüğü ilaca hekim tarafından kontrol ve tetkikleri yapılmadan, reçetesi olmadan, gelişigüzel, oturduğu yerden ulaştığını, böylece sağlığı konusunda büyük risk aldığını bildirdi.
İlaç sahteciliğini önlemenin en etkili yolunun ilaç takip sistemi olduğunu belirten Çolak, şunları kaydetti:
''Birliğimizin de girişimleri sayesinde, Sağlık Bakanlığının 2009 yılında yürürlüğe koyacağı ilaç takip sistemi ile 2 milyar kutu ilacın takip ve incelemesi yapılacaktır. Karekod ve barkod ile ecza depoları, eczaneler, ithalatçılar ve ilaç üreticileriyle birlikte yürütülecek bu yeni sistem, sahte ilaç dolaşımına engel olacaktır.
Avrupa ülkeleri ve ABD'de henüz böyle bir barkod sistemi bulunmamasına karşın, Türkiye'de uygulanacak bu sistem sayesinde 300 ithalatçı ve üretici, 29 bin eczane ile dünyaya örnek olunacak.''

20 Ağustos 2008 Çarşamba

İç çamaşırında kimyasal madde

İsveç'te, 1970'li yılların ünlü tenis oyuncusu Björn Borg'un adıyla üretilen iç çamaşırında çevreye zararlı maddelerin tespit edildiği öne sürüldü.
Götoborg Posten gazetesi, söz konusu markanın ürünleri üzerinde yaptırdığı kimyasal incelemeler sonucunda, özellikle erkek külotlarında çevreyi kirleten kimyasal maddelere rastlandığını yazdı.
Külot üretimi sırasında AB'nin izin verdiği sınırları aşan oranda kimyasal madde kullanıldığı iddia edilen habere göre, gazeteyi arayan bazı vatandaşlar, Björn Borg marka iç çamaşırının kendilerinde alerjik rahatsızlıklara neden olduğunu, vücutlarında kaşıntı ve kızarıklara rastladıklarını söylediler.




Cilt uzmanı Tore Saernhult, tekstilde kullanılan boya maddelerinin alerjiye neden olabileceğini belirtti.
Firma yetkilileri, şikayete konu olan ürünler üzerinde inceleme başlatacaklarını, henüz bu ürünlerin iadesini kabul gibi bir planlarının olmadığını bildirdiler.
Björn Borg, iki yıl önce, kendi adını taşıyan ürünlerin satışını başka bir firmaya devretmişti.

İlaçları meyve sularıyla içmek tehlikeli

50 kadar ilacın üzerinde greyfurtun tehlikeli etkisine karşı uyarı bulunuyor
Greyfurt, elma ve portakal suyunun bazı ilaçların etkisini azaltabildiği, bu nedenle tehlikeli sonuçlar doğurabileceği bildirildi.
Kanadalı bilim adamlarının yaptığı araştırma, portakal, greyfurt ve elma suyu ile içilen kanser, kalp damar, yüksek tansiyon ilaçları ile bazı antibiyotiklerin etkisinin büyük oranda azalabileceğini gösterdi.
Kanada'nın Western Ontario Üniversitesi'nden David Bailey ve ekibi, önce meyve sularının etkilerini alerji ilacı kullanan sağlıklı bir grup üzerinde araştırdı.
Katılımcıların bazıları feksofenadin ilacını suyla diğerleriyse greyfurt suyu ile aldı. Greyfurt suyu ile alınan ilaç yarı dozda, suyla alınan ilaçsa tamamen vücut tarafından emildi.



Yapılan klinik deney greyfurtta bulunan narinjin maddesinin bu ilaçların vücut tarafından emilmesini engellediğini, ayrıca greyfurt suyunun kolesterol ilaçları gibi ilaçların emilmesini sağlayan CYP3A4 enzimini engelleyerek etkiyi azalttığını ve hatta ilacı zehirli hale getirebileceğini gösterdi.
Araştırmacılar, kanser, kalp-damar hastalıkları, enfeksiyonlar ve organ naklinin ardından vücudun organı reddetmemesi için alınan ilaçlarla bu meyve sularının içilmemesi gerektiğini vurguladılar.
Bailey'nin yaklaşık 20 sene önce yaptığı araştırma, greyfurt suyu içmenin ya da meyvenin kendisini yemenin yüksek tansiyon ilacı felodipinin yan etkilerini tehlikeli biçimde artırabileceğini ortaya koymuştu.
Başka araştırmalar da yaklaşık 50 ilacın greyfurtla alındığında benzer sonuçlar doğurabileceğini göstermişti. Bugün bu 50 kadar ilacın üzerinde greyfurtun tehlikeli etkisine karşı uyarı bulunuyor.
Klinik deneyin sonuçları, "Amerikan Kimya Derneği"nin Philadelphia'daki konferansında sunuldu.

"Arseniğin zararsız dozu yok"

ABD'li bilim adamları, yeraltı sularında doğal olarak bulunan zehirli ve kanserojen madde arsenikle, yetişkinlikte başlayan diyabet arasında güçlü ilişki olduğunu belirledi.

Baltimore'daki John Hopkins Üniversitesi'nden Dr. Ana Navas-Acien ve ekibi, Amerikalı yetişkinler üzerinde yaptıkları araştırmada, idrarda yaygın olarak rastlanan arsenik seviyeleriyle, tip 2 diyabet hastalığı arasında "oldukça güçlü" bir ilişki olduğunu tespit etti. Navas-Acien, "Arseniğin, zararsız dozu yokmuş gibi görünüyor" diye konuştu.


Doktor Navas-Acien, "Bu dünya genelinde büyük bir sorun. Su kıt kaynak haline geldiği için yeni kaynaklara ihtiyacımız var" dedi.

Navas-Acien, arseniğin mesane, akciğer, böbrek, cilt ve muhtemelen prostat kanseri risklerini artırdığını da kaydetti.

Araştırmada incelenen yaklaşık 800 katılımcının, vücutlarında en fazla arsenik bulunan yüzde 20'sinin, en az arsenik taşıyan yüzde 20'lik gruba oranla 3,6 kat daha fazla geç dönem diyabet riski taşıdığı belirlendi.

Uzmanlar, tip 2 diyabet hastalarının idrarındaki arsenik miktarının, hasta olmayanlara oranla yüzde 26 daha fazla olduğunu tespit etti.

Navas-Acien, arseniğin diyabet gelişmesinde önemli bir rolü olabileceğini, ancak bunun tam olarak ne oranda olduğunu söylemenin güç olduğunu kaydetti. Vücutta biriken arsenik, bedenin insülini kullanma ve kan şekerini enerjiye çevirme görevine zarar verebiliyor.

Normal süreçte insülin, alıcı olarak adlandırılan moleküler kapılar aracılığıyla hücrelere geçerek, hücreye glikozu içeri alma sinyali veriyor. Ancak, arsenik hücreye girerek, bir şekilde bu faaliyeti engelliyor.

Deniz ürünlerinin de arsenik içerdiğini kaydeden uzmanlar, kabuklu hayvanlardaki organik formda ve bazı balıklarda, ayrıca bir karbon molekülü olduğunu ve bunun sağlığa zararlı olmadığını belirtiyor.

ABD hükümeti, içme sularında bir litrede en fazla 10 mikrogram arsenik sınırı uyguluyor. Yeraltı sularının içme suyu olarak kullanıldığı Bangladeş, Avrupa'nın bazı bölgeleri, Şili, Arjantin ve ABD'nin batısı gibi yerlerde milyonlarca kişinin kullandığı sulara arsenik karışıyor.

Kan bağışı tarihe karşıyor!

Kan bağışı, laboratuvar ortamında sınırsız kırmızı kan hücrelerinin üretimiyle bir gün tarihe karışabilir.

Bir Amerikalı uzman grubu, yaptığı araştırmayla, insan embriyonu kök hücrelerini, fonksiyonel oksijen taşıyıcı kırmızı kan hücrelerine döndürmenin yolunu buldu.

Blood dergisinde yayımlanan araştırma, Worcester Massachussetts'teki Advanced Cell Technology (İleri Hücre Teknolojisi) ile Mayo Klinik ve Illionis Üniversitesi'nin işbirliğiyle yapıldı.

Bu araştırma ilk kez, oksijen taşıma kapasitesine sahip bu kan hücrelerinin, normal kan nakilleriyle mukayese edilebileceğini gösterdi ve bu yolla üretilen kandan hastalık bulaşma olasılığını ortadan kaldırmayı da kolaylaştırdı.

Advanced Cell Technology kurumundan araştırmayı yürüten doktor Robert Lanza, kan takviyelerindeki sınırlamaların, çok kan kaybeden hastaların hayatlarını tehlikeye atacak sonuçlarının bulunduğunu hatırlattı.

Embriyonik kök hücrelerinin, insan tedavisi için gerekli kırmızı kan hücreleri sağlayacak şekilde sınırsız miktarda üretilebilecek yeni bir hücre kaynağını temsil ettiğini belirten doktor Lanza, şu anda tek bir kök hücresi grubuyla 10 ile 100 milyar kırmızı kan hücresi üretebildiklerini söyledi.

Doktor Lanza, bu yeni yolla, genel verici "0 RH negatif" kan grubunun toplu üretimi ihtimalinin de gündeme geldiğini bildirdi. Araştırma grubunun ayrıca, hastaların kendilerinden kök hücre üretmek için embriyon kullanılmayan yeni bir yöntem üzerinde çalıştıkları belirtildi.

Pürüzsüz Görünün

Fondöten
Yüzünüze parmaklarınızı veya fondöten süngerini kullanarak föndoteni eşit bir şekilde noktalar halinde sürün. Daha sonra bu noktaları tüm yüzünüze yayın. Saç ve çene çizginize maske etkisini önlemek için fondötenin iyice dağılmasını sağlayın.

En yeni!
Köpük fondöten: Oldukça hafif ve ipeksi bir dokunuşla cilt kusurlarını kapatır ve cildiniz mat bir görünüme sahip olur. Saatler süren kalıcılık ve doğallık sağlar.

Kapatıcı
Çoğu kimse kapatıcının ilk uygulanması gerektiğini düşünür, oysaki ilk olarak fondöten uygulanmalı ve daha sonra gereken bölgelere kapatıcı sürülmeli.. Böylece yüzünüzde ağır bir makyaj görünümü oluşmaz. Kapatıcıyı fondöten üzerine uygulandığınızda çok kolay sürülür ve cilde kolaylıkla uyum sağlar. Lekelerin ve koyu renk halkaların üzerine az miktarda uygulayın. Yüzük parmağınızı kullanarak tampon hareketleri ile cilt tarafından emilmesini sağlayın.
Pudra
Pudra fondöten ve kapatıcının kalıcılığını artırır ve allık için cildi hazırlar.
Toz pudra: Pudra fırçanızı pudranın içinde gezdirin. Fazla kısmı için pudra fırçasını sallayın. Yüzünüze pudrayı uygulayın. Daha güzel bir görünüm için pudrayı yüz tüylerinizle aynı doğrultuda uygulayın.
Sıkıştırılmış pudra: Süngeri pudra üzerinde gezdirin. Daha sonra tüm yüzünüze uygulayın.

Allık
Yüzünüze hayat vermek için en hızlı yol allık kullanmaktır. Cilt tonunuza uygun bir renk seçin. Yanaklarınızı sıkarak allık sürerek elde edeceğiniz görünümü önceden görebilirsiniz. Unutmayın, az her zaman daha iyidir. Aynanın önünde gülümseyin ve elmacık kemiklerinizi ortaya çıkarın. Allığı daire çizerek uygulayın ve cilt ile uyum sağlaması için yukarıdan aşağıya doğru sürün.

En yeni!

Top allık: Cildinize aydınlık bir görüntü veren, cildinizle doğal uyumu sağlayan top allıklar yüze boyuna ve çarpıcı parlaklık için elmacık kemikleirne uygulanıyor. Güneşten bronzlaşan cildinize direkt uygulayabilir ya da fondötenin üzerine parlaklık vermesi için sürebilirsiniz.

19 Ağustos 2008 Salı

Çocuklar İçin Sağlıklı 10 Yaz Yiyeceği

Yaz dönemi çocukların favori yiyecekleri dondurma, sosis, hamburger gibi aparatifleri atıştırdığı dönemdir. Çocuğunuzun keyif alarak yediği bu besinler ne kadar yararlı?

1. Her gün az miktarda şeker yemesine izin verin.. Bu onların tatlı gıdaları sevmesine yardımcı olacak..
2. Çocuğunuz kek ya da kalorili yiyecek yediğinde bu kalorileri yaktığından emin olun. Çocuğunuza yiyeceklerini paylaşmayı da öğretin, böylece aşırı yememiş olur.
3. Çocuğunuzun sağlıklı yiyecekler yemesini istiyorsanız iyi bir örnek olun. Siz yerseniz çocuğunuz da yer.


İşte çocuğunuz yiyebileceği sağlıklı yiyecekler..

1. Tortilla ya da kepekli ekmekler
2. Hamburger ve sosisler; Yağ oranı düşük, sodyum ve kolesterol bakımından düşük olanları çocuğunuza verebilirsiniz. Evinizde tavuk ya da biftekten ızgara olarak hazırladığınız hamburgeri, ortakal veya limon suyu gibi doğal içeceklerle içiniz rahat olarak çocuğunuza yedirebilirsiniz. Sebzeli hamburger, tost gibi diğer seçenekler de iyi bir öneri olabilir.
3. Dondurma.. Light olan çikolatalı ya da vanilyalı dondurmalardan yemesine izin verin. Dondurulmuş meyveli yoğurt ya da doğal meyve suları yapıp çocuğunuza serinlemesi için verebilirsiniz.
4. Donmuş yoğurt.. Soğuk yoğurt dondurmadan daha sağlıklı.. Biraz şeker eklerseniz düşük kalorili, yağsız dondurmanız hazır olur. Diğer dondurulmuş neyveleri yoğurtla karıştırıp çocuğunuza yedirebilirsiniz.
5. Çocuklar klasik kahvaltı yiyeceklerini sever.. Yumurta en sevilen kahvaltılıklardan biri olurken kepekli, tahıllı yiyecekleri sofranızdan eksik etmeyin.
6. Çikolatalı kekler, tatlıları meyveli yapabilir sonrasında çocuklarınızı biraz kalori yakmaları için bahçeye gönderebilirsiniz.
7. Patlamış mısır.. Mısır'da yüzde 22'den daha fazla lif vardır.. Bu yüzden tüketimi için destekleyebilirsiniz.
8. Yaz yiyecekleri karpuz - kavunun çocuklar iin oldukça yararlı oldu da tartışmasız..
9. Herhangi tatlı bir yiyecek.. Çikolatalı, havuçlugibi kek çeşitleri çocuğunuz için oldukça yararlı olabilir. Yeterince aktif olan çocuklar günde 1 dilim kek yiyebilir. Bunu ailelerin ayarlaması gerekir. Çocuğunuza yüzde 70 kakao içeren çikolatalardan en fazla 30 gr'lık bir bar verebilirsiniz. Çikolatadan daha çok tatlı meyveler ile diğer seçenekleri tercih edebilirsiniz. Izgara yapılmış buz, düşük yağlı dondurma ve eritilmiş çikolata karışımı tatlı bir seçenek olabilir.
10. Serinleten içecekler verin. Asitli içecekler yerine şeker ve su eklenmiş limonata gibi içecekleri tercih edebilirsiniz. Bunların yanı sıra mevsimlik meyvelerin suyunu da içirebilirsiniz

Bebek Ölümleri Önlenebilir

Son zamanlarda kamuoyunu meşgul eden ve toplumsal bir üzüntüye yol açan bebek ölümleri nedeniyle gerçekleştirilen basın toplantısında Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. İsmail Mete İtil, Türkiye Maternal Fetal Tıp ve Perinatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Acar Koç, Türk Neonatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Murat Yurdakök ve Türk Perinatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Turgay Şener biraraya gelerek konuyla ilgili görüş ve önerilerini paylaştı.


Toplantıda, “Türkiye’nin en yoğun hizmet veren hastanelerinden biri olan Dr. Zekai Tahir Burak Hastanesi’nde kaybedilen bebeklerin çok büyük bir kısmı erken doğum ve bunun getirdiği ağır ve yaşamı tehdit eden komplikasyonlar sonucunda yitirilmişlerdir. Bu durum erken doğumun toplumsal olarak ne denli ağır yaralar ve kayıplara yol açtığının göstergesidir” denildi.
Dernek temsilcileri, görülebilecek erken doğum oranına da dikkat çekti: “Normal bir gebelik süreci genel olarak 40 hafta sürmektedir. Ancak 37. haftadan sonra 41. gebelik haftasına kadar gerçekleşen doğumlar normal zamanında (term) doğumlar olarak kabul edilmektedir. Erken doğum klasik olarak 24-37. gebelik haftaları arasındaki doğumları tanımlamaktadır. Görülme sıklığı yaklaşık olarak %10 civarındadır. Ülkemizde her yıl yaklaşık 1.300.000 doğum olduğu düşünülürse yılda en az 100.000 civarında erken doğum vakasıyla karşılaşacağımız söylenebilir. Bu durum nüfus artışının yüksek olduğu ülkemizde gerek anne ve çocuk sağlığı açısından ve gerekse ülke ekonomisi açısından ciddi problemlere yol açmaktadır.”
Erken doğumun nedenleri?
Erken doğumların anne ve çocuk sağlığı üzerine birçok olumsuz etkileri bulunduğuna dikkat çekilen toplantıda erken doğumun oluşmasına yol açan faktörler üzerinde de duruldu: “Enfeksiyon önemli bir erken doğum nedenidir. Enfeksiyonlar dışında rahim iç boşluğunun gereğinden fazla gerilmesine yol açacak diğer bazı durumlarda da erken doğum sıklıkla görülebilmektedir. Bu durumlar arasında çoğul gebelikler, anne karnındaki çocuğun su miktarının fazla olması (polihidroamniyos), rahim yapısını bozacak büyüklükteki myomlar veya doğumsal rahim anomalileri sayılabilir. Eskiden nadir görülen çoğul gebelikler giderek daha sık görülen ve buna bağlı olarak kadın doğum hekimlerinin günlük pratiğinde daha çok yer alan bir tablo haline gelmiştir. Kendiliğinden oluşan ikiz gebelikler yaklaşık olarak 90 gebelikte 1 görülürken, üçüz gebelikler 8.000 gebelikte 1, dördüz gebelikler ise 730.000 gebelikte 1 olarak görülür. Halbuki günümüzde yardımcı üreme tekniklerinin gelişmesi nedeniyle bu oranlar değişmiş ve çoğul gebelik insidansı belirgin oranda artmıştır. En büyük artış ise üçüz ve dördüz gebeliklerde olmuştur. Öyle ki, üçüz ve üstü gebeliklerin görülme olasılığı %300-400 oranında artmıştır.”
Toplantıda ayrıca, erken doğumu önleyebilecek ruhsatlı ve bilimsel olarak etkisi kanıtlanmış ilaçların tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de mevcut olduğu endikasyon, ruhsat ve devlet tarafından geri ödemelerinin yapılması ile de bu ilaçların hekimler tarafından kullanılabileceği, bu ilaçların kullanımıyla, mümkün olan zaman içinde erken doğumun süresinin uzatılabileceğinin de altı çizildi. Toplantıda erken doğumun maddi zorluklarına da değinildi: “Ülkemizde resmi kurumlardaki küvöz sayısı yaklaşık 1,850 olarak alındığında, erken doğum eyleminin canlı doğumla sonuçlanması durumunda prematür bebeklerin küvöz ihtiyacı karşılanamayacak ve dolayısıyla bebek ölümlerinin sayısı artacaktır. 2003 verilerine göre, bebek ölüm hızının binde 29, perinatal ölüm hızının binde 24 olması, erken doğum sonucunda dünyaya gelen prematür bebeklerin yaşamsal kalitesi hakkında ciddi kaygılar ortaya çıkarmaktadır. Bunun yanında, bir günlük küvöz ve prematür/yenidoğan devamlı bakım maliyeti resmi kurumlarda 27,00 YTL - 44,50 YTL olup, bir bebek için ortalama 1 haftalık küvöz+yoğun bakımın kamuya maliyeti kabaca yıllık 80 milyon YTL olacaktır (ventilasyon ve personel maliyeti hariç). Resmi kurumlardaki küvöz sayısının yetersizliği nedeniyle özel hastanelere gitmek durumunda kalan çoğu hastanın 1 günlük küvöz maliyeti olan asgari 1,200 YTL’yi ödemek durumunda olacağı gözönünde bulundurulursa, dar ve orta gelirli nüfusun bu hizmetten faydalanması mümkün olmayacaktır.”


Bebek ölümlerinin önlenmesi için önlemler

1. Çoğul gebeliklerin oluşmasında önemli faktör olan yardımcı üreme teknikleri uygulamalarında transfer edilen embriyo sayısına hem devlet hem de özel kurumlarda olmak üzere kesin kısıtlama getirilmesi,
2. Devlet tarafından ödenen Yardımcı üreme tekniği ilaç ve uygulamalarının pahalı olması nedeniyle konulmuş olan (halen 3 uygulama, Kasım 2008’den itibaren 2 uygulama) kısıtlama yerine “Embriyo Freezing” olarak adlandırılan dondurma yöntemlerini zorunlu hale getirilerek ve sonraki uygulamalarda da devlet güvencesi getirilerek merkezlerin transfer ettiği embriyo sayılarında azaltmaya gitmelerini sağlamak,
3. Yenidoğan hizmetlerini yürüten merkezlerin donanım, hekim ve personel ihtiyacının ülke şartlarına göre yeniden değerlendirilmesi,
4. Doğum öncesi anne ve doğum sonrası bebek bakımına yönelik olarak verilen sağlık hizmetlerinin organizasyonunun sağlanması ve hasta bebek nakil sisteminin kurulması,
5. Yenidoğan bebek uzmanı yetiştirilmesi için Sağlık Bakanlığı, YÖK ve Üniversiteler arası işbirliğinin sağlanması,
6. Erken doğum konusunda toplumsal bilgilendirme ve eğitim olanaklarının yaratılması,
7. Erken doğumu önleyebilecek ilaçların endikasyon, ruhsat ve devlet tarafından geri ödemelerinin yapılması amacıyla yeniden gözden geçirilmesi,
8. Sağlık Bakanlığının bu gibi konularda sağlık politikası oluştururken, konuyla ilgili bilimsel dernek ve kurumlarla fikir alış verişinde bulunması.

Yeşil çay baş ağrısına da iyi geliyor

Alman bilim adamları, yeşil çayın sadece içecek olarak değil, baş ağrısının tedavisinde de kullanılabileceğini bildirdi.
Bir internet sitesinde yayınlanan haberde, buz tedavisi için yeşil çayın kaynatılmasından sonra soğumaya bırakılması ve ardından buz kalıpları içinde dondurulması tavsiye ediliyor.



Daha sonra kağıt bir havlu içine konan buz kalıbının şakak, boyun ve alna 15 saniyelik periyotlarla tutulması isteniyor.

Aynı uygulamanın göz şişmesine de iyi geldiği, ayrıca 10 saniye boyunca doğrudan göz kapağı ve yanaklara tutulan buz kalıbının deri tedavisine de iyi geldiği belirtiliyor.

Astımdan kurtulma oranı erkeklerde daha yüksek

Londra'da yapılan bir araştırmaya göre, erkek çocukların astım olma ihtimalinin kızlara göre daha yüksek olduğu ancak kızların astımdan kurtulmasının daha zor olduğu ortaya çıktı.
5 ila 12 yaşları arasındaki 9 yıllık dönemde ılımlı astım hastalığı geçiren binden fazla çocuk üzerinde yapılan araştırma sonucunda araştırmacılar, zaman içinde kızların şiddetli astımlarında önemli bir düzelme eğilimi göstermediğini fakat, erkeklerin solunum yolu daralmalarını teşvik etmek için daha fazla metakoline ihtiyacı olduğunu kaydetti.


Solunum yolu ve kritik bakım dergisinde yayımlanan araştırmanın başkanı Brigham'da bulunan Kadın Hastanesi ve Harvard Tıp Okulu araştırmacısı Dr. Kelan Tantisira,

"Astım hastalığının farklı cinsiyetler arasında görülen şaşırtıcı potansiyeline dikkat çektik. Bizi şaşırtan özellikle cinslerdeki bu farkın ergenlikten önce başlaması oldu" dedi.

Bu arada, 1.1 milyon çocuğun astım hastalığı tedavisi gördüğü kaydedildi.

sakız ciğnemenin faydaları

Sakız çiğnemenin, bağırsak ameliyatlarından sonra iyileşme sürecini hızlandırdığı ortaya çıktı.

Londra'daki St. Mary's Hastanesi'nde görevli bilim adamı Sanjay Purkayastha ve ekibi, sakız çiğnemenin, bağırsak ameliyatlarından sonra bağırsak hareketlerinin daha erken başlamasını sağladığını tespit etti.

Araştırmada, bağırsaklarının bir kısmı alınan 158 hastaya günde üç kez sakız çiğnetildi. Bu hastaların bağırsak fonksiyonlarının, hiç sakız çiğnemeyen hastalara göre, daha erken başladığını belirten bilim adamları, sakız çiğneyen hastaların diğerlerine göre daha erken taburcu edildiğini kaydettiler

Deneklere günde 3 kez 5 ila 45 dakika şekersiz sakız çiğneten bilim adamları, iyileşme kriterleri olarak bağırsak hareketlerinin başlamasını ve bağırsak gazının çıkmasını aldılar. Bu tipik belirtilerin sakız çiğneyen hastalarda 1 gün erken görüldüğü tespit edildi.

Sakız çiğnemenin vücuda gıda alındığına ilişkin sahte bir sinyal verdiğini kaydeden bilim adamları, bu sinyalin sindirim sistemindeki sinirleri uyardığını ve böylece tükürük ve pankreas bezlerinin salgı üretmesini sağlayan hormonların salgılandığını tahmin ediyor.

Bağırsak ameliyatlarından sonra genellikle ağrı ve mide bulantısı gibi sorunlar ortaya çıkıyor.

18 Ağustos 2008 Pazartesi

Şişmanlatan 10 Yiyecek Yalanı

Sophie Pachella
Pinokyo yalan söylediği zaman, burnu uzadı. Diyetiniz ile ilgili kendinize yalan söylediğinizde, bu sizin burnunuzu uzatmayacak.

1. Yemeyi hak ettim
Kendi kendini sabotaj etmenin klasik bir örneğidir. Tam olarak, neyi hak ediyorsunuz? Biten bir ilerlemeyi? Daha kalın baldırları mı? Yiyeceklerle kendi kendine meditasyon, her zaman perişan bir duygubırakan, öğrenilen bir davranıştır. Bunun yerine iyi bir antremanda veya yeni koşu çorabı gibi şımartıcı şeyler gibi yiyeceksiz mükafat sistemi oluşturun. Yiyecek yatıştırmaları duyularını derece derece değiştirme üzerinde yoğunlaşın. Uyuşukluk etkisi kısa sürelidir fakat sonuçları üzücü bir şekilde sürüp gider.

2. Sabah kahvaltılarını atlayarak kalorimi korudum
Atlanan sabah kahvaltıları, metabolizmanızı düşürür ve bu da yediğiniz bir sonraki öğünde daha çok yersiniz. Sağlıklı bir sabah kahvaltısını atlamanız, cipsleri mideye indirme ve öğleden önce dalma serbest ruhsatını size vermez. Bazı çerezler, 1500+ kaloriye sahiptir. Düzenli olarak veya sıklıkla bunları yemek, kan şekeri seviyenizi ve kızgınlık hissinizi tutar.




3. Ufak bir yiyecek serbest!
Serbest atıştırma yanıltıcıdır. Ofiste 500 kalorilik küçük tatlı veya ekmek, pahalıya mal olur. Dahası, yiyecek serbest olduğunda, alt ortalama standartlar oluşturulması gerekir. Bayat mı? Ayıklanmış mı? Bunlara dikkat etmeden yiyorsanız yanılıyorsunuz.

4. Genellikle yiyeceği ve aşkı reddetmek zordur.
Anneniz veya arkadaşınız bir yemek sunduğu zaman, aç olmasakta o yemeği kabul etmeniz gerektiği hissine kapılırız. Bu durum eğer sıklıkla ortaya çıkıyorsa; kibarca geri çevirmenizde bir sakınca yok. Biraz kurnazlık ve incelik gerektiren durumlarda, şu an tok oluğunu ve sadece göz hakkı için bir parça tadına bakabileceğinizi ısrar ederken kabul edin. Niyetinizi belli ederseniz, pastanın koca bir dilimini silip süpürmek zorunda kalmanız ihtimalide muhtemelen azalır.

5. Mısır, sosis olmadan her şey aynı değildir.
Yeni bir alışkanlı yaratın ve kalıcı yapmak için uğraşın. Kendi patlamış mısırınızla sinemaya gidin. Birşey yemeden iki saat boyunca kalarak kendinizle gurur duyun. Yeni bir alışkanlık oluşturunca, bu alışkanlıkları davranış haline getirirsiniz ve yeni bir alışkanlık olana kadar tekrar edersiniz.
6. Süper beden olmak ve korumak
Yiyeceklar kısıtlı değildir. Yarım porsiyonun tam fiyatını ödüyorsanız; kendinize karşı doğru davranmanızdan mutlu olun. Daha az için çok ödeyin.

7. Savurganlık olmamalı
Yiyecekleri atmak kolay gelmiyor ancak mideyi çöp tenekesi olarak kullanan çok kişi var. Tadı güzel olmamasına rağmen kaç çikolata ve çerez yediniz? Doymanıza rağmen tabağınızdaki yemeği kaç kere bitirdiniz?Aşırı yemek, kalan yiyecekleri atmak gibi müsrifliktir.

8. Her parti bahaneniz olmasın
Her bir araya gelme yemek yemek için bir bahane midir? Yiyecek yakıttır, parti hilesi değil. Yiyecek veren kimseden ziyade konuşmalara ve arkadaşlıklara odaklanın. Belki bu ortamda bir yastıkta yaşlanacağınız biriyle tanışabilirsiniz.

9. Bir kereden bir şey olmaz. Şeytan ayrıntılarda gizlidir. Bir günde 100 kalori, bir yılda ek 10 kg'a dönüşür. Bahaneler üzerine çaılşmaları denemek yerine, enerjinizi test etmeye yöneltin, sadece bir kere tatmak duygularınızı bastırmasada ucunda zayıf kalmak ödülünüzdür.

10. Doğru yemek yemek çok komplike ve çok pahalıdır. Özellikle tembel hissettiğimizde, bu küçük palavra, bir torba cipse karşı bir elmanın ve yoğurtun maliyetini ağırlaştırana kadar, makul görünür. Ucuz kararlar sonucu olarak yağ artışını eritmede diğer bir eğitim sezonunu için ihtiyaçları çıkararak ne kadar para biriktirirsiniz. En sevdiğiniz ucuz 20 yiyeceğin listesini yapın ve tutumlu hissettiğinizde bu listeyi kullanın.

Şifalı Bitkilerin Vücudumuza Yararları

Hangi bitkiler vücudumuzun hangi bölgeleri için yararlı?
Adaçayı: Kalp krizi riskini azaltır. Aşırı terlemeye neden olan hastalıkları giderir. Kramp, omurilik rahatsızlığı, beze ve sinirsel titremelerde mucize etkileri vardır. Böcek sokmalarına karşı ısırılan bölgeye adaçayını toz olarak uygulamanız önerilir.




Ceviz: Damar koruyucu, ishal kesici, cildi temizleyici, siğil giderici, mantar hastalıklarında etkili, tümör engelliyici ve bağışıklık sistemini koruyucu özellikleri bulunmaktadır. Ceviz kanın pıhtılaşmasını önler, kan dolaşımını düzenler... Karaciğer için de çok faydalıdır...

Ihlamur: Gribal enfeksiyonların yanı sıra güzellik ve ciltteki lekelere karşı da mucize etkileri vardır. Cilt lekeleri için iyice kaynatılıp, leke olan kısma sürülmesi öneriliyor. Bunun yanında strese karşı da ıhlamuru mutfağınızdan eksik etmeyin.
Hindiba: Safra kesesi ve karaciğer hastalıklarında mucizeler yaratır. Kronik karaciğer iltihaplanmalarına karşı tedavi edici özelliği vardır. Şeker hastalığına da iyi gelmektedir. Bunun yanı sıra deri kaşıntıları ve sivilcelere karşı da şaşırtıcı derecede etkilidir...

Karabaş otu: Ağrıları dindirir, kalbe kuvvet verir... Özellikler sigara kullananlar için belirtelim, balgam sökücü özelliği vardır. Uyuşukluk gideren bu bitki zindelik kaynağıdır. Sara ve beyin hastalıklarının tedavisinde de
kullanılır.

Kereviz: Huysuz ve asabi biri misiniz? Kereviz tüketin. Sakinleştirici özelliği var. Böbrek için çok yararlı, kanı temizliyor, kilo almayı önlüyor ve cinsel gücü artırıyor.



Kuşburnu: Hangi vitamini ararsanız var. Grip ve soğuk algınlığı için bire bir. Kabızlak için de çare... Yorgunluk ve halsizlik için öneriyor. Kan yapıcı ve tansiyon düzenleyici özelliği ile mutfaktan eksik edilmeli.

Maydanoz: Bir tutam maydanoz vücudun günlük C vitamini ihtiyadcının tamamını karşılıyor. Toksinleri vücuttan atıyor, kanı temizliyor, kansızlığa, böbrek ve karaciğer rahatsızlıklarına iyi geliyor...

Meyan kökü: Balgam söktürücü özelliği olan bu bitki mide ülseri tedavisinde kullanılır. Böbreküstü bezlerini çalıştırdığı gibi kramp girmelerinde de çözücü etkisi vardır. Ayrıca iyi bir kabızlık gidericidir...

Nar: Narda bol miktardı antioksidan, C vitamin, demir ve potasyum var. Bir bardak nar suyunun antioksidan özelliği, iki kadeh kırmızı şarap ve 10 bardak yeşil çay ile aynı seviyede.

Semiz otu: Uzmanlar, Parkinson tedavisinde hastalarına mutlaka semiz otu salatası yemelerini öneriyor. Zihin yorgunluğu, sinirlilik ve uykusuzluğa iyi gelir. Kanı temizleyici özelliği vardır.

Pelin otu: Mideniz ile sorun yaşıyorsanız, gastrit derdiniz varsa pelin otu birebir... Bu bitki sindirimi zor besinlerin hazmını kolaylaştırıyor. Tonik etksiyle de kan dolaşımını artırarak, vücuda zindelik veriyor. Vücuda sürüldüğünde de haşereleri uzaklaştırıyor.

Soğan: Mümkün olduğu kadar çiğ tüketin. Zira çiğ tüketildiğinde mideyi güçlendirir, sindirim sistemini uyarır, idrarı artırır. Grip, nezle, gırtlak iltihabı ve öksürüğü önleyici olarak kullanılır.

Zerdeçal: Zerdeçal en etkin ve en yaygın kullanılan antioksidanlardan biridir. Üst solunum yolu enfeksiyonu, astım, bronşit ve sinüzit tedavisinde kullanılır. Kansere karşı etkilidir. Beyni güçlü tutarak, alzheimer'ı önler.

Zeytin: Özellikle zeytinin yağı mucize kaynağı olarak görülür. Vücudun ihtiyaç duyduğu omega 6 yağ asidine sahiptir. Hücre yenileyici özelliği ile cildi besleyip, güçlendirir... Zeytin ve zeytinyağı asla mutfaktan eksik edilmeli, bolca tüketilmeli...

Çocuklar İçin Sağlıklı 10 Yaz Yiyeceği

Yaz dönemi çocukların favori yiyecekleri dondurma, sosis, hamburger gibi aparatifleri atıştırdığı dönemdir. Çocuğunuzun keyif alarak yediği bu besinler ne kadar yararlı?

1. Her gün az miktarda şeker yemesine izin verin.. Bu onların tatlı gıdaları sevmesine yardımcı olacak..
2. Çocuğunuz kek ya da kalorili yiyecek yediğinde bu kalorileri yaktığından emin olun. Çocuğunuza yiyeceklerini paylaşmayı da öğretin, böylece aşırı yememiş olur.
3. Çocuğunuzun sağlıklı yiyecekler yemesini istiyorsanız iyi bir örnek olun. Siz yerseniz çocuğunuz da yer.


İşte çocuğunuz yiyebileceği sağlıklı yiyecekler..

1. Tortilla ya da kepekli ekmekler
2. Hamburger ve sosisler; Yağ oranı düşük, sodyum ve kolesterol bakımından düşük olanları çocuğunuza verebilirsiniz. Evinizde tavuk ya da biftekten ızgara olarak hazırladığınız hamburgeri, ortakal veya limon suyu gibi doğal içeceklerle içiniz rahat olarak çocuğunuza yedirebilirsiniz. Sebzeli hamburger, tost gibi diğer seçenekler de iyi bir öneri olabilir.
3. Dondurma.. Light olan çikolatalı ya da vanilyalı dondurmalardan yemesine izin verin. Dondurulmuş meyveli yoğurt ya da doğal meyve suları yapıp çocuğunuza serinlemesi için verebilirsiniz.
4. Donmuş yoğurt.. Soğuk yoğurt dondurmadan daha sağlıklı.. Biraz şeker eklerseniz düşük kalorili, yağsız dondurmanız hazır olur. Diğer dondurulmuş neyveleri yoğurtla karıştırıp çocuğunuza yedirebilirsiniz.
5. Çocuklar klasik kahvaltı yiyeceklerini sever.. Yumurta en sevilen kahvaltılıklardan biri olurken kepekli, tahıllı yiyecekleri sofranızdan eksik etmeyin.
6. Çikolatalı kekler, tatlıları meyveli yapabilir sonrasında çocuklarınızı biraz kalori yakmaları için bahçeye gönderebilirsiniz.
7. Patlamış mısır.. Mısır'da yüzde 22'den daha fazla lif vardır.. Bu yüzden tüketimi için destekleyebilirsiniz.
8. Yaz yiyecekleri karpuz - kavunun çocuklar iin oldukça yararlı oldu da tartışmasız..
9. Herhangi tatlı bir yiyecek.. Çikolatalı, havuçlugibi kek çeşitleri çocuğunuz için oldukça yararlı olabilir. Yeterince aktif olan çocuklar günde 1 dilim kek yiyebilir. Bunu ailelerin ayarlaması gerekir. Çocuğunuza yüzde 70 kakao içeren çikolatalardan en fazla 30 gr'lık bir bar verebilirsiniz. Çikolatadan daha çok tatlı meyveler ile diğer seçenekleri tercih edebilirsiniz. Izgara yapılmış buz, düşük yağlı dondurma ve eritilmiş çikolata karışımı tatlı bir seçenek olabilir.
10. Serinleten içecekler verin. Asitli içecekler yerine şeker ve su eklenmiş limonata gibi içecekleri tercih edebilirsiniz. Bunların yanı sıra mevsimlik meyvelerin suyunu da içirebilirsiniz.

''Türkiye'nin yüzde 70'inde cinsel işlev bozukluğu var''

Türkiye'de, her 100 kişiden 70'inde cinsel işlev bozukluğu olduğu ve bunların çoğunun cinsel terapiste veya bir hekime başvurmadığı öne sürüldü.

Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) Genel Sekreteri, "Cinsel Terapist" Psikolog Gülüm Bacanak, cinselliğin genel sağlığın çok önemli bir parçası olduğunu, ancak insanlarda bu bilincin tam olarak yerleşmediğini belirtti.

Türkiye'de, son yıllarda düğünde gelin veya damada kılavuzluk edilmesini sağlayan "sağdıçlık" kurumunun ortadan kalktığını ifade eden Bacanak, sağdıçlığın ortadan kalkmasıyla cinsel sorunların hızla artma eğiliminde olduğunu, hatta bunun çiftleri boşanma noktasına getirmeye, Türk aile düzenini bozmaya ve kişileri depresyona sokmaya başladığını kaydetti.


Bacanak, derneğe e-posta ve telefonla yapılan başvuruları değerlendirdiklerinde, her 100 kişiden 70'inde cinsel işlev bozukluğu olduğunu ve bunların çoğunun cinsel terapiste veya bir hekime başvurmadığını tespit ettiklerini savundu. Bu yaklaşımın cinselliğin hala tabu olduğunun bir kanıtı olduğunu ve cinsel tedavi için insanların nereye başvuracakları konusundaki bilgisizliklerinden kaynaklandığını ifade eden Bacanak, "Genellikle halkımızın aklına her türlü cinsel sorun için ilk önce hocalar ve medyumlar geliyor, muska yazdırılıyor.

Bir cinsel terapiste veya hekime başvurulduğunda ise genellikle sorun ağırlaşmış oluyor, çözümü zorlaşıyor. Ama en kötüsü insanlarımız çözümü olmayan bir derde düştüklerini sanıp, umutsuzluğa kapılıyorlar ve cinsellikten zamanla soğuyorlar. Avrupa Birliği'ne girme sürecinde olan Türkiye için cinselliğin hala bir tabu olmasında herkesin kendi payına bir ders çıkarması ve elinden geleni yapması gerektiğini düşünüyoruz" dedi.


''Cinsel eğitim anaokulundan başlamalı''

Bacanak, cinsel eğitimin, toplumun genel cinsel sağlığının korunması, çocukların ve ergenlerin erişkin yaşama sağlıklı bir geçiş yapabilmelerini kolaylaştırmak açısından her geçen gün daha da önem kazandığını söyledi. Cinsel eğitimin, anaokulundan başlaması ve yasal zorunluluk gerektiğini savunan Bacanak, şunları kaydetti:

"Cinsel sağlık ve cinsel eğitim, hayatımız boyunca öğrendiğimiz ve önemsenmesi gereken önemli bir süreç olmasına karşın, üniversitelerimizin tıp fakültelerince, psikolojik danışma ve rehberlik gibi cinsel sağlık konularıyla ilgili eğitim veren diğer fakültelerince, Sağlık Bakanlığınca, ailelerimizce, öğretmenlerimizce ve diğer eğitimcilerimizce üzerinde yeterince durulan bir konu maalesef olamamıştır.

Cinsel eğitimin sorumluları yalnızca doktorlar, psikologlar, öğretmenler değildir. Öğrenme önce aile içinde başlar, daha sonra okullarda öğretmen, akran grupları, doktorlar, bu alanda çalışan diğer sağlık elemanları ve medya aracılığı ile devam eder. Dernek olarak cinsel eğitimin kademeli olarak anaokulundan itibaren biyolojik değişiklikler ortaya çıkmadan verilmeye başlanmasını öneriyoruz."

Bacanak, ayrıca okullarda öğrencilere yönelik sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi, öğretmenler, okul sağlığı hemşireleri ile rehberlik ve danışmanlık hizmeti veren kişilerin sayısının cinsel sağlığı daha çok kapsayacak şekilde artırılması gerektiğini; Danimarka, Hollanda, Portekiz ve İsveç gibi AB ülkelerinde olduğu gibi okul ders programlarında cinsel eğitime yer verilmesinin önemli olduğunu sözlerine ekledi.

Hücreler incirle yenileniyor

İncirin, içerdiği yüksek oranlardaki protein, vitamin ve minerallerle hücrelerin yenilenmesini sağlayan bir besin olduğu bildirildi.

Amerikan Diyetetik Derneği'nin Denizaşırı Ülkeler Türkiye Temsilcisi Diyetisyen Selahattin Dönmez, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tazesinin yaz aylarında, kurusunun ise her zaman bulunabileceği incirin, özellikle sindirim sistemi için çok faydalı bir meyve olduğunu söyledi.

İncirin, içerdiği yüksek oranlardaki protein, vitamin ve minerallerle hücrelerin yenilenmesini sağlayan bir besin olduğunu belirten Dönmez, "İncir, lif deposudur ve gut hastalığını iyileştirici bir enzim olan fisin içerir. Ayrıca çok hafif bağırsak çalıştırıcı özelliği olduğu da bilinmektedir. İncirin anti-kanserojenik etkisi üzerinde de çalışmalar
bulunmaktadır" dedi.

Dönmez, Japonya'da yapılan bir araştırmanın deri altında tümör geliştirilmiş farelere enjekte edilen incir özünün, tümörleri 11 günde yüzde 39 oranında küçülttüğünün tespit edildiğini ifade ederek, "Ayrıca kemik sağlığı, kan pıhtılaşması ve sağlıklı sinir sistemi için gerekli kalsiyumun en yoğun bitkisel kaynağı olduğu bilinmektedir. Anında enerji sağladığı ve krampları engellediği için sporcular için oldukça faydalı bir besindir. Özellikle kuru incir, demir ve potasyum açısından besin değeri yüksek bir meyvedir" diye konuştu.

"İncirin sakinleştirici özelliği bulunuyor"

İncirin, içerdiği bazı asidler dolayısıyla doğal bir sakinleştirici özelliği taşıdığını da vurgulayan Dönmez, şunları kaydetti:

"Besin değeri yüksek bir ürün olan kuru incir, kolay sindirilebilen fruktoz ve glikoz içerir. Protein miktarı birçok kuru meyvenin iki katından daha fazladır.

Diğer meyvelerle karşılaştırıldığı zaman kalsiyum, bakır, magnezyum, potasyum ve kükürt bakımından birinci, enerji, pantotenik asit, riboflavin, tiamin ve piridoksin bakımından ikinci sırayı aldığı görülmektedir. İncir, içeriğindeki pektin nedeniyle, bağırsaklarda toksik maddelerin atılması, kandaki kolesterol düzeyinin düşürülmesi gibi yararlar sağlamaktadır."

Dönmez, daha olgunlaşmamış incirlerin oda sıcaklığında ve doğrudan güneş ışığı almayan bir yerde, olgun incirlerin ise buzdolabında saklanması gerektiğini belirterek, taze incirin ara öğünlerde veya salataları lezzetlendirmek için kullanılabileceğini ve kahvaltıda da tüketilebileceğini vurguladı.

'Beyaz tenli' güneşte fazla kalmamalı

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oğuz Çetinkale, açık, beyaz bir ten ile cildinde 50'nin üzerinde ben bulunanların güneşe fazla maruz kalmasının ölümcül olabileceğini bildirdi.

Çetinkale, yaptığı yazılı açıklamada, ozon tabakasının incelerek "ultraviyole B ışınlarının" yeryüzüne daha çok düşmesinin, dünyanın en ölümcül deri kanserini tırmanışa geçirdiğini belirterek, son yıllarda hızlı bir artış gösteren ve en yaygın kanserler arasında yedinci sıraya yerleşen "malign melanoma"nın beyaz tenli yaklaşık her 65 kişiden birini tehdit ettiğini kaydetti.



"Açık, beyaz bir ten ve çok bene (50 ve üzeri) sahip olanların güneşe fazla maruz kalması ölümcül olabilir" uyarısında bulunan Çetinkala, benlerin hepsinde kanser riski olmadığının altını çizdi.

Çetinkale, özellikle sonradan ortaya çıkarak hızla büyüyen, doğumdan itibaren bulunan büyük benlerin kanser olma tehlikesinin daha çok olduğunu, ayrıca el ayası, ayak tabanı, genital bölgede bulunan veya devamlı tahriş olan, özellikle erkeklerde sakal tıraşı alanına yerleşen benlerin de kanserleşme ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu vurguladı.

Ultraviyole ışınlarının yoğun olduğu bölgelerde, özellikle insanların dışarıda çok kalmasının bu kanseri yaygınlaştırdığını ifade eden Çetinkale, "Mavi göz, açık renk veya kızıl saç, beyaz ve soluk ten, güneşe karşı hassas ve kolayca güneş yanığı olan cilde veya vücudunda muhtelif sayıda çillere sahip olmak, benlerin çok sayıda olması, ergenlik döneminde fazla güneş ışını alımı, yüksek dozda UV B ışınına maruz kalmak, malign melanomanın önemli risk faktörleridir" bilgisini
verdi.

Bendeki değişikliklere dikkat

Değişiklik gösteren benin, en önemli risk faktörü olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Oğuz Çetinkale, benin boyutunda, şeklinde, karakterinde ve renginde değişme, kanama veya kaşıntının başlamasının malign melanom hastalarının yüzde 80'inde bulunduğuna işaret etti.

Çetinkale, değişen bende (nevüste) görülebilecek belirtileri, "ben de asimetri olması, dış kenarlarının girintili çıkıntılı şekil alması, renginin kısmen veya tamamen siyah, kahverengi, mavi, kırmızıya dönüşmesi veya etrafında beyaz renk değişiklikleri göstermesi, en uzun çapının 6 milimetreden daha fazla olması veya büyümesi, normal cilt seviyesinden kabarması veya yükselmesi, üzerinde yara açılması ve zaman zaman kanaması olarak" sıraladı.

Bu belirtileri fark eden kişilerin doktora başvurmasını tavsiye eden Çetinkale, şunları belirtti:

"Bir diğer önemli konu da vücudun arka bölümünde, saçlı deride veya sırtta yerleşim gösteren benlerdeki değişimlerin gözden kaçırılmasıdır. Doğal olarak kişi bunları göremediği için değişiklikleri de izleyemez. Böyle durumlarda yakınlarından yardım alarak bunları izlemek gerekir.

Kişiden kişiye değişen potansiyel riskin daha ciddi olduğu durumlarda, gerekirse düzenli aralıklarla vücudun belli bölgelerinin genel resimleri çekilerek kayıt altına alınmalı ve değişiklikler öncekilerle mukayese edilerek izlenmelidir."

Yanıklara müdahalede yanlışlar ve doğrular

Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi Acil Servis Bölüm Şefi Prof. Dr. Rıfat Tokyay, yanıklarda, yanan bölgenin soğuk su ya da buz ile soğutulmaması gerektiğini belirterek, soğutmanın ılık su ile yanmayı takiben 15-20 dakika süreyle yapılması gerektiğini bildirdi.

Tokyay, yaptığı yazılı açıklamada, yanıkların, "dokunun kendi ısısından daha sıcak veya daha soğukla, yakıcı kimyasal maddelerle veya elektrik akımıyla ya da radyoaktif ışınlarla teması sonucu ortaya çıkan ve oldukça sık görülen bir yaralanma olduğunu" belirtti.



Yanıkların çoğunun genellikle çocuklarda görüldüğünü, 8 yaş altı çocuklarda haşlanma yanıklarına sık rastlanırken, daha büyük çocuklarda ve erişkinlerde alev yanıklarının sık olduğunu kaydeden Tokyay, yanıkların yüzde 90'ından fazlasının dikkatli ve tedbirli davranmakla önlenebileceğini vurguladı.

Tokyay, haşlanmanın en sık karşılaşılan yanıklar olduğunu, 44 derece gibi düşük bir ısının bile temas süresinin uzun olması halinde doku ölümüne yol açabileceğini, 60 derecede ise suyun üç saniyede derin yanığa yol açtığını dile getirerek, 69 derecedeki ısıdaki suda ise aynı derecede yanığı bir saniye içinde, 70 derece ve üzerindeki ısılarda da doku hasarının çok hızlı oluştuğunu kaydetti.

Çocuk ve yaşlılarda derinin daha ince olması nedeniyle yanık derinliğinin fazla olduğuna dikkati çeken Tokyay, birinci derecede yanıkların sadece derinin yüzeysel tabakasını hasarlandığını, yanık alanının başlangıçta kırmızı göründüğünü, 7 gün içinde iz bırakmadan tam iyileştiğini, yüzeysel ikinci derece yanıkların derideki canlı sinir uçlarının açığa çıkmasına bağlı olarak çok ağrılı olduğunu bildirdi.

Tokyay, derin ikinci derece yanıkların renginin kirli beyaz olduğu ve sinir uçlarının yanması nedeniyle ağrının olmadığını, üçüncü derece yanıkların ise kahverengi, beyaz ve siyah görünümlü olduğunu, sinir uçları da yandığından ağrının bulunmadığını dile getirdi.

Yanıklara nasıl müdahale edilmeli?

Yanık tedavisinin yanığın genişliği, derinliği, yanan vücut bölümünün özelliği ile yanan kişinin yaşı ve genel beden sağlığına göre, olay yerinde, acil serviste, polikliniklerde ya da hastanede yatarak yapıldığını ifade eden Tokyay, şu bilgileri verdi:
"Yanan kişi koşuyorsa hemen durdurulmalı, yere yatırılmalı, üstü örtülerek hava ile teması kesilmeli, eğer su varsa üzerine dökülmelidir.

Üzerinde yanan elbiseleri varsa bunlar çıkarılmalıdır. Sonra, hemen yanık yarası soğutulmalıdır. Erken soğutma ile o bölgedeki sıcaklık düşürülerek yanık derinliği ve ağrı azaltılır, ödem oluşumu en aza indirilir. Yanan bölge soğuk su ya da buz ile soğutulmamalıdır.

Soğuk travması, ödemin artmasına, yara iyileşmesinin gecikmesine ve yanığın daha derinleşmesine neden olur. Bundan dolayı soğutma, ılık su ile ve yanmayı takiben 15-20 dakika süreyle yapılmalıdır. Ilık su ile ıslatılmış bezlerin yara üzerine konulmasıyla yapılan soğutma şekli, etkili bir yöntemdir.

Sonra yanan bölge üzerine temiz bir bez ya da havlu sarılır ve hava ile teması kesilerek ağrısı azaltılır. Hastanın üzerinde bulunan yüzük, saat, bilezik çıkarılmalıdır. Bunlar parmaklarda ve bilekte hem kan akımını azaltır, hem de ısınmış metal olarak yanığın derinleşmesine neden olur."

Prof. Dr. Rıfat Tokyay, elektrik yanıklarında da hastanın ilk önce elektrik akımından kurtarılması, kimyasal yanıklarda ise hastanın kimyasal madde bulaşan elbiselerini hemen çıkarması ve bol su ile yıkanması gerektiğini bildirdi.

16 Ağustos 2008 Cumartesi

Egzersizin Bilimsel Prensipleri

Ne kadar çok (ya da ne kadar az) egzersize ihtiyacınız olduğunu anlamak için sağlığınıza ya da fitness’taki başarılarınıza bakın. Bunlar size aşağıdaki bilimsel prensiplerden hangisinin ya da hangilerinin size uygun olduğunu belirlemenizde yardımcı olacaklardır.

1- Tekrarlar

Bu sizin formwa girmenizi sağlamak ya da sağlığınızı korumak için haftada ne kadar egzersiz yapmanız gerektiğiyle ilgili. Sağlıklı olmanız için; uzmanlar haftanın beş günü fiziksel aktivite yapmayı öneriyorlar. Bu belki size çok gibi gelebilir ama unutmamak lazım ki vücudumuz yaklaşık dört milyon yılda gelişimini tamamlamıştır. Ayrıca bizim biyolojik mirasımız göz önünde bulundurulduğunda vücudumuzu şekle sokmak için haftanın beş günü aktif olmamız gerçeği bizi şaşırtmamalı.

2- Yoğunluk

Şiddet Egzersizin şiddeti (yoğunluğu) birçok değişik yolla ölçülebilir. Bu yollardan biri; egzersiz sırasında vücuda alınan ve kaslara giden oksijen miktarını ölçme yolunun kullanıldığı gaz analizi (laboratuarda), bir diğeri ise; jimnastik salonunda değişik aletlerde çalışırken kaydedilen kalp hızının ölçülmesidir. Bunların yanı sıra "Borg Skalasını" kullanarak da bu konuda fikir edinilebilir ki bu da; egzersiz yapan kişiye çalışma anında hissedilebilecek şekilde ne kadar zorlandığını sorma yoludur.

Yapılan egzersizleri çaba isteyenler ve hafif (çaba istemeyenler) şeklinde iki grupta tanımlayabiliriz. Bu tanımlamayı yapmamızda bize yardımcı olan şey ise sizin o anki durumunuzdaki sağlığınız ve fitness’ınıza göre iş yapma gücünüzdür. Eğer siz 10.000 metre bir olimpiyat sporcusuysanız ya da jogginde bir mili dokuz dakikada almayı hafif bir egzersiz olarak yorumluyorsanız, çoğu insan için siz imkânsızı başarmışsınızdır.

Egzersizlerle ilgilenen bilim adamları insan vücudunun egzersiz programlarına nasıl tepki verdiği konusunda birçok şey keşfetmişlerdir. Bunlardan en önemlisi ise sağlıklı olmak için hafif seviyedeki fiziksel aktivitelerin yeterli olduğudur. Birçoğumuz için bu canlı ya da maksatlı yürüyüş demektir. Tekrar etmek gerekirse, canlılık sizin o anki sağlık ve fitness halinize bağlı, fakat bu demek değildir ki; olimpiyattaki yarışçılar gibi yürümek zorundasınız.
3- Devam ve Süreklilik

Bu sizin bir seansta ne kadar süre fiziksel olarak aktif olabileceğinize bağlı bir konudur. Bu aktiflik süresi; 20 yıldan uzun süredir devam eden araştırmalarca sağlığımız o için haftada beş gün, günde en az yarım saat olarak belirlenmiştir.

Bu ilk başta size çok gibi gelebilir ama unutmayız ki; siz sadece hafif egzersizler yapacaksınız; sıkı bir şekilde koşmayacaksınız ya da çaba gerektiren ve saatlerce süren aerobik yapmayacaksınız, siz sadece yürüyeceksiniz. Eğer uzun süreden beri hiçbir şekilde aktivite yapmamışsanız ya da daha yeni başlayanlardansanız; yavaş yavaş başlamanız sizin için en iyisidir. Örneğin en başlarda yapacağınız aktiviteleri haftalara yayabilirsiniz. Ve bunlar da günde beşer dakikalık yürüyüşlerle başlayabilir.

Eğer ne kadar sıkı çalışmanız gerektiğinden emin değilseniz ya da sağlığınız konusunda endişeleriniz varsa size yardımcı olan egzersiz uzmanınızla konuşup, ondan yardım ve tavsiye isteyebilirsiniz. O size gidebileceğiniz ve egzersizlerinizi orada kolayca ve tam size uygun bir şekilde yapabileceğiniz yerler önerebilir, onun deneyimlerine ve donanımlarına güvenin.
4- Hepsini Bir Araya Toplarsak

Vücut ve fiziksel aktivite uzmanları (İngiltere Sağlık Enstitüsü ve Amerika Spor Doktorları Koleji Uzmanları) sağlığımızı korumak ve geliştirmek için haftanın beş günü, günde en az yarım saat fiziksel aktivite yapmamızı öneriyorlar. Burada önemli olan fiziksel aktivitenin ne kadar önemli olduğudur; ne kadar sıkı veya ne kadar hafif olması değil. Ne de olsa ikisi de hiç olmamasından daha iyidir.

Biz tam anlamıyla fiziksel aktivitenin hayatımızdan çıkarılmaya çalışıldığı bir hayat yaşıyoruz. Bizim birtakım çok kullanışlı ve bizim yerimize her şeyi yapan materyallerimiz var; örneğin bizi bir yerden diğerine götüren bir arabamız, oturup ders çalışmamızı ya da iş yapmamızı sağlayan masalarımız var. Okulda ilk olarak öğrenilen şeylerin başında kıpırdamadan 40 dakika oturmak gelir. Bütün bunlardan sonra şöyle bir dönüp bakınca hiç bir şey yapmadan sürekli oturup, yattığımızı görebiliriz.

Büyük sosyal ve kültürel baskı nedeniyle hareketlerimiz engellenmiş dolayısıyla da fiziksel aktivite sayesinde edinebileceğimiz sağlık kazancımız da engellenmiştir. Aslında sağlığımız için inanılmaz çoklukta egzersiz yapmamıza gerek yoktur. Asıl önemli olan azimle, sabırla egzersizlere devam edip, efor sarf etmemizdir. Hareket ettiğiniz sürece, kazanacaksınız.

KIRIM KONGO K.A. Nedir?

KIRIM-KONGO KANAMALI ATEŞİ

Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi Nedir?
Kırım-Kongo Hemorajik Ateş (KKHA),keneler tarafından taşınan Nairovirüs isimli bir mikrobiyal etken tarafından neden olunan ateş, cilt içi ve diğer alanlarda kanama gibi bulgular ile seyreden hayvan kaynaklı bir enfeksiyondur. Son yıllarda tedavide görülen gelişmelere rağmen, bu enfeksiyonlarda ölüm oranları hala yüksektir.


Keneler Nasıl Tanınır ve Nerelerde Bulunur?


Keneler otlaklar, çalılıklar ve kırsal alanlarda yaşayan küçük oval şekillidir. 6-8 bacaklı, uçamayan, sıçrayamayan hayvanlardır. Hayvan ve insanların kanlarını emerek beslenirler ve bu sayede hastalıkları insanlara bulaştırabilirler.
Ülkemiz kenelerin yaşamaları için coğrafi açıdan oldukça uygun bir yapıya sahiptir. Türlere göre değişmekle beraber kenelerin, küçük kemiricilerden, yaban hayvanlarından evcil memeli hayvanlara ve kuşlara (özellikle devekuşları) kadar geniş bir konakçı spektrumları mevcuttur.


Kimler Risk Altındadır?

Hastalık genellikle meslek hastalığı şeklinde karşımıza çıkar.
Tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar
Veterinerler
Kasaplar
Mezbaha çalışanları
Sağlık personeli özellikle risk gurubudur.
Kamp ve piknik yapanlar, askerler ve korunmasız olarak yeşil alanlarda bulunanlar da risk altındadır.

Henüz ergin olmamış Hylomma soyuna ait keneler, küçük omurgalılardan kan emerken virüsleri alır, gelişme evrelerinde muhafaza eder; ergin kene olduğunda da hayvanlardan ve insanlardan kan emerken bulaştırır.

Kuluçka Süresi Ne Kadardır?

Kene tarafından ısırılma ile virüsün alınmasını takiben kuluçka süresi genellikle 1-3 gündür; bu süre en fazla 9 gün olabilmektedir. Enfekte kan, ifrazat veya diğer dokulara doğrudan temas sonucu bulaşmalarda bu süre 5-6 gün, en fazla ise 13 gün olabilmektedir.


Belirtileri Nelerdir?
Ateş
Kırıklık
Baş ağrısı
Halsizlik
Kanama pıhtılaşma mekanizmalarının
bozulması sonucu;
- Yüz ve göğüste kırmızı döküntüler
ve gözlerde kızarıklık,
- Gövde, kol ve bacaklarda morluklar
- Burun kanaması, dışkıda ve idrarda kan görülür
- Ölüm karaciğer, böbrek ve akciğer yetmezlikleri nedeni ile
olmaktadır.

Kırım-Kongo Kanamalı Ateşinin Tanısı Nasıl Konulur?
Kanda virüse karşı oluşan antikorların taranması tanı için en sık kullanılan yöntemdir. Bu göstergeler hastalığın başlangıcından sonra 6. günden itibaren belirlenebilir.

Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi Nasıl Kontrol Edilir ve Nasıl Korunulur?
Hastalığın bulaşmasında keneler önemli bir yer tutmaktadır. Bu nedenle kene mücadelesi önemlidir fakat oldukça da zordur.
1. İnsanlar kenelerden uzak tutulabilir ise bulaş önlenebilir. Bu nedenle de mümkün olduğu kadar kenelerin bulunduğu alanlardan kaçınmak gerekir
2. Kenelerin yoğun olabileceği çalı, çırpı ve gür ot bulunan alanlardan uzak durulmalı, bu gibi alanlara çıplak ayak yada kısa giysiler ile gidilmemelidir.
3. Bu alanlara av yada görev gereği gidenlerin lastik çizme giymeleri, pantolonlarının paçalarını çorap içine almaları,

4. Görevi nedeni ile risk grubunda yer alan kişilerin hayvan ve hasta insanların kan ve vücut sıvılarından korunmak için mutlaka eldiven, önlük, gözlük, maske v.b. giymeleri gerekmektedir.

5. Gerek insanları gerekse hayvanları kenelerden korumak için haşere kovucu ilaçlar (repellent) olarak bilinen böcek kaçıranlar dikkatli bir şekilde kullanılabilir. (Bunlar sıvı, losyon, krem, katı yağ veya aerosol şeklinde hazırlanan maddeler olup, cilde sürülerek veya elbiselere emdirilerek uygulanabilmektedir.)

6. Haşere kovucular hayvanların baş veya bacaklarına da uygulanabilir; ayrıca bu maddelerin emdirildiği plâstik şeritler, hayvanların kulaklarına veya boynuzlarına takılabilir.

7. Kenelerin bulunduğu alanlara gidildiği zaman vücut belli aralıklarla kene için taranmalıdır.


8. Vücuda yapışmış keneler uygun bir şekilde kene ezilmeden, ağızdan veya başından tutularak bir cımbız veya pens yardımıyla sağa sola oynatarak alınmalıdır. Isırılan yer alkolle temizlenmelidir. Mümkünse kenenin tanı için alkolde saklanması uygun olur.
9. Diğer canlılara ve çevreye zarar vermeden, haşere ilacı (insektisit) ile uygulamanın uygun görüldüğü durumlarda çevre ilaçlanması yapılabilinir.

Kırım-Kongo Kanamalı Ateşinin Tedavisi Nedir?
Hastalığın kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. Hastaya destek tedavisi yapılmalıdır.

HİNDİSTAN CEVİZİ TOPLAYIP, BATERİ ÇALARAK BEL AĞRILARINIZDAN KURTULUN…

Memorial Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi’nden Uz. Dr. Rıza Nejat, animasyonlu egzersizin önemi ile ilgili bilgi verdi.
Spot: Yeni geliştirilmiş IREX interaktif sistem ile fizik tedaviler daha eğlenceli hale getirildi.

IREX interaktif sistemi, sinema sisteminden yararlanılarak hastalara daha yenilikçi, görsel ve eğlenceli bir rehabilitasyon programı sunmak için tasarlanmıştır.

Yeni geliştirilmiş olan bu sistem, Türkiye’de ilk defa Memorial Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon bölümünde uygulanmaya başlanmıştır.




Tedavi Süresinde Motivasyonun Düşmemesi için…

Fizik tedavide özellikle rehabilitasyon, uzun süreli ve hastalar için zor bir süreçtir. Bununla birlikte sıkıcı ve motivasyon bozucudur. Rehabilitasyon gören hastalar arasında çocukların da olduğunu göz önünde bulundurulursa, tedavi süresince hasta, motivasyon ve odaklama zorluğu yaşayabilir. Bu da rehabilitasyonun yavaş ilerlemesine neden olur.

Irex İnteraktif Ssistemlerinde rehabilitasyon programı, hastaların rahatsızlıkları ve yaş grupları göz önünde bulundurularak hazırlanır. Kişi profiline uygun görseller ve eğlenceli aktiviteler seçilir Örneğin; kollar çalıştırılmak isteniyorsa voleybol, bacak egzersizleri yapılması gerekiyorsa bazı danslar, gövde egzersizleri gerekiyorsa hindistan cevizi toplama gibi oyunlar oynanır.

Bateri Çalıp, Snowboarda Binin…

Bunların dışında kondüsyon için dalma ya da bateri çalma, denge koordinasyonu için snowboard IREX interaktif sisteminde mevcuttur. Bu tarz eğlenceli oyunlar oynayarak egzersiz yapmak, hastayı görsel olarak motive eder.

Bu programın hasta üzerinde motivasyon ve Biofeedback (geri bildirim) etkisi büyüktür. Programın zorluk düzeyi arttıkça ve hasta yapabildiğini algıladıkça, katılımı artar ve hastanın morali düzelir.

Sanal Fizyoterapist

Ayrıca bu programın bir başka özelliği de sanal fizyoterapist uygulamasıdır. IREX interaktif sisteminde bulunan sanal fizyoterapist, hastanın yapması gereken egzersizleri ekran başında adım adım göstererek bir sonraki egzersiz fazı için hazırlar.

CİLT LEKELERİ Nedir?

Cilt Lekeleri

Ciltteki renk değişiklikleri “cilt lekeleri” olarak adlandırılır. Cilt lekeleri, deriden daha açık ve daha koyu olmak üzere iki şekilde görülür. Cilt lekeleri, hem kadın hem erkeklerde en yaygın görülen cilt rahatsızlıklardan biridir. Cilt lekelerinin birçoğu özellikle yanak, alın ve çeneye yerleşir, yüze daha mat ve pürüzlü bir görüntü verirler. Bunun dışında vücutta, sırt, göğüs ve el üstünde de çıkabilirler.

Cilt lekeleri yaşamımızı tehdit etmemekle birlikte bir takım kozmetik problemlere sebep olabilir, hatta bazı kişilerin sosyal yaşamını da etkileyebilen bir takım psikolojik problemlere yol açabilir.


Sık Karşılaşılan Cilt Lekeleri

1. Malezma (Gebelik Lekeleri)
Malezma türü lekeler genellikle kadınlarda yüz bölgesinde gebelik sonrası ya da doğum kontrol hapı kullanımıyla ortaya çıkarlar. Malezma daha çok ten rengi koyu kişilerde ortaya çıkar.Bu tip lekelere halk arasında “gebelik lekesi” adı da verilmektedir. Daha seyrek de olsa gebelik geçirmemiş ya da doğum kontrol hapı da kullanmayan kadınlarda da görülebilir.

Bu tip lekelere erkeklerde çok nadir rastlanması ve gebelikte yüksek miktarda salınan kadınlık hormonu olarak da adlandırılan östrojenin bu lekelere yatkınlık yarattığını düşündürmektedir.

Malezma, genellikle üst dudak yanaklar ve alın gibi güneşe açık bölgelerde gözlenir.Deriden koyu renkli düzensiz sinirli deriden kabarık olmayan lekeler seklinde kendini gösterir. Lekeler genellikle yaz aylarında ve güneş odası sonrasında koyulaşma eğilimi gösterir.

Bu sebeple malezmali hastaların sürekli geniş spektrumlu güneşten koruyucu kullanmaları ve güneş odası benzeri yapay ışık kaynaklarından uzak durmaları gerekir.

Malezma Tedavisi

Glikolik asit, laktik asit ve salisilik asit gibi peeling ajanlarıyla, dermatoloji ofisinde, uygun konsantrasyonlarla, 1- 4 hafta aralıklarla uygulanacak kimyasal peeling işlemi büyük fayda sağlar. Bunun yanında hidrokinon, azeleik asit, kojik asit, tretionin melasmada kullanılan baslıca ilaçlardır.

Unutulmamalıdır ki, malezma tedavisinin basarîsi dermatolog ile hastanın uyumlu ve sabırlı işbirliğine bağlıdır.

2. Et Benleri

Et benleri tip dilinde skin tas veya acrochordons olarak bilinmektedir.Et benleri en çok orta yaslı ve yaslı kişilerde görülmektedirler. Şişmanlık, hamilelik, menopoz ve hormon hastalıkları et benlerinin çoğalmasına sebep olabilirler.

Et benleri en çok boyun, koltuk altı, üst gövde ve göz çevresinde ortaya çıkarlar. Ağrısız oluşumlardır ve zamanla büyüyebilir ve çoğalabilirler. Nadiren et benleri tahriş olup renkleri koyulaşabilir ve ağrılı hale gelebilirler. Tek veya çok sayıda 1–3 mm çaplı ten veya kahve renkli, yumuşak ve saplı oluşumlardır.

Son yıllarda yapılan araştırmalarda et benlerinde %80 Humsan papilloma virüs tespit edilmiştir. Et benleri çok fazla sayıda ve yaygınsa, hastada bağırsak polipleri ve hormon bozukluğu araştırılmalıdır.

Et beni tedavsi:

Radyofrekans
Kryoterapi ( buz tedavisi )
Cerrahi
olarak kolayca ve ağrısız şekilde kolayca tedavi edilebilirler.

3. Cilt Benleri:

Ciltteki benlerin ise gelişim nedeni bilinmemekle beraber, bu benlerin sayısı genellikle kalıtsal olarak belirlenir ve birkaç taneden düzinelerceye varabilir. Genellikle erken çocukluk yaşlarında ortaya çıkmaya başlarlar ve ergenlik çağında sayıları hızla artar. İlk önce küçük yassı noktalar şeklinde ortaya çıkarlar, daha sonra çapları büyüyebilir. Yıllar geçtikçe kabarıklaşabilecekleri gibi düz de kalabilirler. Benlerin yüzeyi pürüzsüz, pürtüklü, hatta böğürtlen benzeri olabilir, üzerlerinde kalın koyu renkli kıllar bulunabilir. Renkleri ise et renginden daha koyu renklere kadar uzanan bir çeşitlilik gösterebilir.

Çok sayıda ben olması melanom gelişme riskini arttıra. Özellikle 75′in üzerinde beni olan kişiler melanom açısından sıkı takip edilmelidirler. Ayrıca açık ten rengine sahip olmak, ailede melanom bulunması, uzun yıllar güneşte kalmak riski arttıran faktörlerdir.

4. Şarap Lekesi

Doğum lekesi yeni doğanların %25 ‘ inde görülebilen damarsal bir anomalidir. En sık olarak ensede ve göz kapağında ortaya çıkar. Bu bölgedeki doğum lekesi genellikle okul çağına kadar kaybolur. Sağlık açısından herhangi bir risk taşımazlar.

Şarap lekesi 1000 çocuktan 3’ünde görülür. Genellikle doğumda veya hemen sonra ortaya çıkar. Şarap lekesi pembe veya koyu mor renkte olabilir. Sıklıkla tek taraflı ortaya çıkar. En çok boyun ve yüzde görülür. Ancak vücutta da ortaya çıkabilir.

Zamanla renkte koyulaşmalar ve deride kalınlaşmalar olabilir.Bu tür doğum lekesinin çarpma veya vurma ile deride kanama riski vardır. Şarap lekesi olanlarda mutlaka göz ve nörolojik muayene gereklidir. Çünkü göz ve beyinle ilgili problemler olabilir.



Şarap Lekesi Tedavisi

Şarap lekeleri lazer tedavisi ile giderilebilir. Bu konudaki en etkin lazer flashlamp pulsed dye lazer’dir. Bazı vakalarda İntense pulsed light (IPL) etkili bulunmuştur

5. Seboreik Keratoz ( Yaşlılık Beni )

Seboreik keratoz selim yapıda derinin üst tabakasına ait oluşumlardır. Seboreik kertoz oluşmasında genetik eğilim söz konusudur. Orta yas ve yaslılarda en çok görülen deri değişikliklerinden biridir.

Seboreik keratoz ismi oluşumun yağlı görünümünden ve deride yağ kanallarının en sık görüldüğü bölgelerde ortaya çıkmasından dolayı verilmiştir.

Seboreik keratoz deri benlerine benzer. Başlangıçta küçük, çok sayıda ten veya sâri renkli oluşumlardır. Zamanla kahverengi veya siyah renge dönüşür, yüzeyi karnabahar görünümlüdür.

Seboreik keratoz özellikle yüz, omuz, göğüs ve sırtta ortaya çıkar. Göğüs altı gibi özellikle derinin sürtünen alanlarında yoğunlaşırlar.

Seboreik keratozun tanısı dermatoskopla konmalıdır. Çünkü bir dermatoloji uzmanı bile bazen deri benleri ile seboreik keratozu karistirabilir.



Seboreik Keratoz Tedavisi

Selim oluşum olmaları nedeniyle tedavisi daha çok kozmetik amaçlıdır.


6. Lentigo ( Karaciğer Lekesi, Yaşlılık Lekesi)

Lentigo çillerle karısan bir deri renk bozukluğu hastalığıdır. Lentigo her yasta görülebilir. Lentigo çilden daha koyu renkli ve büyüktür. Yaz kış deride kalır. Yaz aylarında rengi koyulaşır. Lentigonun çeşitleri vardır. An sik görülen solar lentigodur. Karaciğer lekesi olarak da bilinir. Özellikle açık tenli kişilerde güneşe maruz kalan deri alanlarında görülür.



sırtı, yüz, omuz, sırt ve göğüs ön yüzde ortaya çıkar. Değişik boyutlarda net sinirli kahverengi lekeler seklindedirler. El sırtında ortaya çıkanlar yaslılık lekeleri olarak adlandırılır.

Özellikle akut güneş yanıklarından sonra, sırt, omuz ve gövdede derinin soyulmasını takiben lentigolar yaygın bir şekilde deride belirebilir.

Lentigo Tedavisi

Lentigolar kansere dönüşmez. Tedavileri estetik amaçlarla yapılır.


7. Çiller

Çiller (a.k.a. ephelides), daha çok açık tenli ve kızıl saçlı, mavi, yeşil ya da ela göz renkleri olan kimselerde görülen küçük kahverengi lekelerdir.

Hayatın erken aşamalarında ortaya çıkarlar ve yazın çoğalıp kışın hafiflerler. 40-45 yaşlarından sonra genellikle kaybolurlar.

Güneşe maruz kalmış bölgelerde oluşurlar: Yüz, eller, göğüs ve sırt gibi. Bu kahverengi lekeler cilt tarafından üretilen bir pigment olan melaninin birikmesinden kaynaklanır. Vücutta var olan melaninin miktarı bireylerin cilt renklerinin tonunu belirler. Güneşe maruz kalındığında cilt UV ışınlarından gelebilecek zararı azaltabilmek için, reaksiyon olarak, daha fazla melanin üretir. Bu da melanin birikimine, dolayısıyla çil oluşumuna neden olur.
Cildinizde renk farklılıklarının oluşmasını istemiyorsanız alınabilecek en etkili önlem güneşten korunmaktır. Böylece vücudunuzun kendini korumak için cilde "melanin üret" komutunu vermesine gerek kalmaz.

Çiller, yaş lekeleri (lentigines) ile benzerlik gösterebilir. Ancak yaş lekeleri hayatın ileri safhalarında ortaya çıkar ve her tür ciltte oluşabilir.

BOTOX NEDİR ?

Botox Botulinum toksin tip A’nın ticari ismidir. Botox yüzdeki, boyundaki çizgileri ve kırışıklıkları gidermek için kullanılan bir kozmetik tedavi yöntemidir. Botox, estetik ameliyattan çekinen kadınların son yıllarda fazlasıyla rağbet ettiği bir tedavi yöntemidir.



Botox’un kullanım alanları nelerdir?

Botox, özellikle yüzün üst kısmındaki kırışıklıkların yani, iki kaş arasındaki kırışıklıkların, alındaki yatay çizgilerin ve göz kenarındaki kırışıklıkların (kazayağı kırışıklıkları) yok edilmesinde etkilidir. Özellikle son zamanlarda, hanımların tercih ettiği bir diğer kullanım alanı da kaş kaldırmadır. Özellikle silikon yani biyopolimer kullanımının geniş tartışmalara yol açması ve daha sonra Anglo-sakson ülkelerde yasaklanmasının ardından, botox yüzün üst bölümünün çeşitli tedavileri arasında hızla seçkin bir yere sahip olmuştur. Botox, gram (+), anaerobik bir bakteri olan Clostridium botulinum tarafından üretilen bir nörotoksindir.

Botox nasıl etki eder?

Botox uygulandığı küçük kas demetlerinin, sinir - kas bağlantısını bloke ederek, kasın kasılmasına engel olur. Sinir ucundan asetilkolin denilen bir nörotransmitterin salınımını engeller. Böylece o kas grubu üzerindeki cilt düzgün ve kırışıksız kalırken, Botox uygulanmamış kas grupları çalışmaya devam ederek normal yüz ifadesini korurlar.

Botox nasıl uygulanır?

Kozmetik amaçlı "Botox " uygulamaları basit ve güvenli olup, çok küçük bir iğne ile çok az miktarda Botox’un yüzün belli noktalarına enjekte edilmesi ile gerçekleştirilir. Botox, soğuk zincirle özel şartlarda iletilen şeffaf bir maddedir. Serum fizyolojik ile sulandırılır. Sulandırma işleminde doktorların tercih ettiği çözücü miktarları birbirinden farklıdır. Ben en düşük sulandırma dozu olan 1 ml serum fizyolojik miktarını tercih ediyorum. Böylece en az hacimde, yüksek doz Botox istenilen kasın içine uygulanabilir. Daha fazla miktarda çözücü kullanmanın dezavantajı, ilacın komşu kaslara yayılıp onları bloke edebilme riski taşımasıdır. Uygulama sırasında, bazı hastaların böcek ısırması şeklinde ifade ettiği, minimal bir ağrı hissedilebilir. ilave anestezi ya da uyutma gerektirmez, ve hemen sonrasında günlük aktivite sürdürülebilir.

Tedavinin riskleri nelerdir?Her isteyene uygulanabilir mi?

Tedavinin en belirgin yan etkisi enjeksiyon bölgelerinde minik kızarıklıkların oluşmasıdır. Hastaların yaklaşık %10’unda birkaç saat süren baş ağrıları gözlenebilir. Fakat gariptir ki bir çok insan da baş ağrısını geçirmek için Botox kullanıyor. Migren ve baş ağrısı tedavilerinde mucizeler yaratabiliyor. Veyahut çok nadiren, göz kapağı sarkması gibi enjeksiyon tekniği hatalarına bağlı “tecrübesizlik yanlışlıkları” görülebilir. Botox'un 20 yıllık kullanım sürecinde kaydedilmiş herhangi ciddi bir alerjik reaksiyon, şok ya da ölüm yok. Yani tamamen güvenli bir molekül olduğu söylenebilir. Tüm kas hastalıklarında ve gebelikte Botox kullanılmamalıdır.

Tedavide dikkat edilmesi gereken diğer noktalar neler?

Öncelikle bu tedavide enjeksiyonu kimin yaptığı çok önemli. Bu konuda uzman bir doktor olmalı. Aksi takdirde yanlış yere enjekte edilen madde istenmeyen bir görüntü yaratabiliyor Bir de yüzün hangi bölümüne yapılacağı konusu önemli. Gülümsemeyi etkilediği için yüzün alt kısmına uygulanması iyi sonuçlar vermiyor. Botox daha çok kırışık ya da gıdı problemleri olan kadınlara yönelik bir tedavidir. Botox sadece belirli kasları gerginleştirebiliyor, ciltteki hasarı ya da genetik yaşlanmayı önlemiyor.

Kollajenden farkı nedir? Hangi tedavi daha avantajlı mıdır?

Bu kişiye göre değişir. Kollajen kırışıklıkların içini dolduran bir madde, Botox ise yüzdeki kasları belli bir süre için dondurarak gençleştiriyor. Buna karar vermek için önce uzman doktorunuzun yüzünüzü incelemesi ve ona göre karar verilmesi gerekiyor.

Tedavi ne kadar zamanda etkisini kaybediyor?

Botulinum toksininin etkisi uygulandıktan 24-72 saat sonra görülmeye başlar ve 7-14 gün içerisinde etkisi tam olarak ortaya çıkar Botox, terleme ile yaklaşık 8 aylık bir süre içinde vücuttan tamamen atılıyor. Sadece yüze yapılan 15 dk bir tedavi de 6 ay boyunca etkisini sürdürüyor.

Botoxa karşı bağışıklık kazanılabilir mi?

Bu kadar az miktarda kullanılan bir maddeye karşı bağışıklık kazanmanız imkansız ama düzenli olarak botox kullanmanız hiçbir zaman yüz gerdirmeye ihtiyaç duymayacağınız anlamına gelmiyor. Bu sebeple başlangıçta aldığınız sonuçlarla ile 6 yıl sonra aldığınız sonuçlar farklı olabilir. Sonuç olarak botox doğru kişiler tarafından düzgün biçimde uygulandığında gayet kolay ve güvenli bir güzellik yöntemidir.

GEBELİKTE EGZERSİZ

Günümüzde spor yapan insanların sayısında önemli ölçüde bir artış olduğu gözlenmektedir. Sağlık açısından düşünüldüğünde spor yapmanın Kalp hastalıkları, Kemik erimesi Kanser Birçok kronik hastalığın riskini azalttığı iyi bilinmektedir.
Gebelik döneminde egzersiz programlarına devam edilmesi çok önemlidir.Ancak birçok kadın gebelik sırasında egzersiz konusunda yeterli bilgiye sahip olmadığı için spor yapmaktan korkmaktadır.

Gebelik sırasında aktif egzersiz yapan kadınların gebelik sonrasında daha rahat kilo vermektedir. Bu nedenle gebelik sırasında egzersiz konusunda kadınların iyi bilgilendirilmesi ve bu konuda teşvik edilmesi gerekir.



Egzersizin oluşturacağı faydalar şu şekilde özetlenebilir:

Kan dolaşımını ve iştahı düzenler,
Yiyeceklerin iyi sindirilmesini,
Zararlı maddelerin atılmasını,
Bağırsakların daha iyi çalışmasını sağlar,
Dinlendirici bir uyku oluşturur ve zihnen rahatlama sağlar.

İşte size anahtar egzersizler;
Duruşunuzu düzeltin

Bel ağrısı en sık karşılaşılan gebelik problemlerinden biridir. Birçok nedeni vardır fakat temel nedenlerinden biri karnınızdaki ağırlık neticesinde duruşunuzun bozulmasıdır. Bu egzersiz size iyi bir duruş kazandıracaktır.

Dizlerinizin rahatlığından emin olarak ayaklarınızı basen genişliğinde açık tutarak ayakta durun.
Bacaklarınızın zemindeki ağırlığını ve vücudunuzu nasıl taşıdığını hissedin.
Kuyruk kemiğiniz yere bakacak şekilde göbeğinize doğru eğilin ve bebeğinizi omurganıza doğru kaldırın.
Sırtınızda doğal bir kıvrıma sahip olduğunuzdan emin olun – beliniz kamburlaşmamalıdır
Bel kemiğinize doğrultun ve güzel, dik bir sırt amaçlayın.
Omuzlarınızı arkaya ve aşağıya doğru uzatın ve başınızın hemen üzerinde bir ip çektiğinizi hayal edin.

İç Karın Kaslarınızı Çalıştırın
Güçlü karın kasları aynı zamanda iyi bir duruş sağlamanıza yardımcı olur.

Bu egzersize başlamadan önce, ne çalıştırdığınızı ve hangi sebeple çalıştığınızı düşünün. Sırtınızı çevreleyen ve bir korse etkisi yaratan iç karın kasları, çapraz karın kasları olarak adlandırılır. Bu kaslar bebeğin doğumundan sonra karnınıza düz bir görünüm vermenize yardımcı olur.

Güçlü kaslar ise aynı zamanda göbeğin kaybolması ve iyi bir duruşa sahip olunmasına katkıda bulunur.

Soluk alıp verin, iç karın kaslarınızı çekin, bebeği omurganıza doğru kaldırın sonra kasılmayı derinleştirmek için alt kaslarınızı kaldırın. Bu pozisyonu koruyun.
Bu egzersizi ayakta ya da dört ayak üzerinde yapabilirsiniz. Eğer ayaktaysanız, duruşunuzu kontrol edin. Eğer dört ayak üzerindeyseniz, ellerinizin omzunuzla ve kalçanızın dizlerinizle aynı hizada bulunduğundan emin olun. Her iki durumda, sırtınızda doğal bir kıvrıma sahip olduğunuzdan emin olun.

Doğumdan sonra yapabileceğiniz bu egzersizin tavsiye edilen uygulamaları önemli noktalar içerir. Bu egzersizleri nasıl yapacağınızı göstermesi için bir eğitmene danışın.

Sünette hijyene dikkat

Türkiye'de genellikle yaz aylarında yaygın olarak yapılan sünnetin hijyenik koşullarda yapılmasına dikkat edilmesi gerekiyor.

Özellikle sünnetçilerin, sağlıklı, etnik ve uygun koşullarda çocukları sünnet etmesine özen göstermesi gerektiğini belirten Topaloğlu, ayrıca, sünnette deri kesiminde cerrahi bir takım ölçülerin olduğunu, belli santimlerde derinin kesilmesi gerektiğini dile getirdi


Türkiye'de yaygın olarak yapılan sünnetin hijyenik koşullara yapılması gerektiğine işaret eden Opr. Dr. Banu Topaloğlu, "Türkiye'de sünneti genellikle sünnetçilerin yaptığına dikkat çekerek, "Yapsınlar ama istediğimiz tek şey, hijyenik çalışsınlar.

Sünnetçiler, sterinle çalışmaları ve tıbbi aletlerin, dezenfeksiyonuna dikkat etmesi gerekir. Hijyenik ve belli derecelerde stilize edilerek sünnet yapılmalıdır" dedi.

Sünnetin, İslam dininin yanı sıra AİDS, HIV gibi bulaşıcısı hastalıklardan korunmak için de yapıldığını anlatan Topaloğlu, sağlıksız yapılan sünnetin hiçbir anlam ifade etmediğini kaydetti.

Sünnetin önemli bir konu olduğunu ifade eden Çocuk Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Banu Topaloğlu, şunları söyledi:

"Özellikle sünnetçiler kendilerini bu konuda yetiştirmeleri gerekmektedir. Sünnet sonrası kanamalar, pipide şişlikler, sünnetin eğri yapılması gibi durumlara sıkça karşılaşıyoruz.

Her çocuğun kendine uygun bir pipi boyutu vardır. Amerika'da çocuklar 0-1 yaş arası sünnet yapılırken, Türkiye'de ise genellikle çocukların psikolojik olarak hazır bir dönem olduğu 6 yaş sonrası yapılmaktadır.

Ayrıca, sünnetin gerekli olduğu zamanlarda erken yaşta yapılması gerekir. Pipi başının tıkanıklığı ve tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu gibi gerçekten sünnetin gerekli olduğu durumlarda çocuğun yaşına bakılmaksızın daha da erken bu sünnet yapılmalıdır."

Sünnetin en uygunu genel anestezi altında yapılması olduğunu söyleyen Topaloğlu, çocukların sünnet olmadan önce korkutulmasının yanlış bir durum olduğunu, bu konuda ailelerin bilinçlendirilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Bronz tenin bedeli ağır olmasın

Kanser riskini göze alıyorsanız sorun yok...

Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Doç. Dr. Emel Erkek, ''sağlıklı bronzlaşma'' olmadığını belirterek, ''Bronzlaşmak, deri yaşlanmasını peşin olarak kabullenmek ve deri kanseri riskini göze almak demektir'' uyarısında bulundu.
Doç. Dr. Erkek, bronz tene kavuşmak isteyenlerin aldıkları risklere ve bu risklerden korunma yollarına yönelik yaptığı yazılı açıklamada, deri yaşlanmasının büyük oranda güneşle ilgili olduğunu, bu nedenle yazın saat 10.00 ile 16.00 arasında mümkün olduğunca güneş altında kalınmaması, ayrıca sürekli güneşten koruyucu kremler kullanılması gerektiğini bildirdi.



Deri yaşlanmasında başlıca rolü yüzde 80'lik bir oranla güneş ışınlarının oynadığını belirten Erkek, bunun yanı sıra yaş faktörünün yüzde 10, yer çekimi, stres, sigara içimi, hormonal, genetik gibi diğer nedenlerin de yüzde 10 oranında etkili olduğunu vurguladı.
Doç. Dr. Erkek, ''fotoyaşlanma'' adı verilen güneş ışınlarına bağlı yaşlanmanın, güneşe maruz kalan el üstleri ve yüz gibi bölgelerde belirgin olarak görüldüğünü, sık sık tatile gitme, solaryuma girme gibi son yıllarda değişen hayat tercihlerinin tehlikelerine işaret etti.
Bu nedenle deri kanserlerinin Türkiye'de hızla arttığını vurgulayan Emel Erkek, açıklamasında, ''(Sağlıklı bronzlaşmak) gibi bir fenomen yoktur. Bronzlaşmak, deri yaşlanmasını peşin olarak kabullenmek ve deri kanseri riskini göze almak demektir'' ifadesine yer verdi.
Güneş ışınlarının zararlı olan dalga boylarının deride güneş yanığı, güneş alerjisi, deri yaşlanması, kırışıklıklar, sarkmalar, damar genişlemeleri, kahverengi lekeler, tümör ve kanserlere yol açabildiğini vurgulayan Erkek, özellikle beyaz tenli, açık renk gözlü, sarı-kızıl saçlı kişilerin, sürekli dışarıda çalışanların ve spor yapanların deri kanserleri için risk grubunu oluşturduğunu anlattı.
Doç. Dr. Erkek, vatandaşların bilinçlenmeleri ve güneşten korunmayı öğrenmeleriyle bu tür kanserlerin de azalma göstereceğini ifade etti.

-KORUYUCU KREMLERİN ÖNEMİ-

Doç. Dr. Emel Erkek, güneşin zararlı etkilerinden korunmak için yapılması gerekenler konusunda da şu önerilerde bulundu:
''Mutlaka koruyucu özellikte geniş kenarlı şapka, kenarları da kapalı koyu renk gözlük kullanılmalı. Dışarı çıkmak zorunlu ise gölgede oturulmalı ve uygun giysilerle vücut korunmalıdır. Bu önlemlere rağmen bir miktar güneşe maruz kalınması kaçınılmazdır. Bu nedenle güneşten koruyucu kremler kullanılmalıdır. Çocukluktan itibaren güneşten koruyucu kremlerin düzenli kullanılması ile deri kanserleri yüzde 70 oranında azalma göstermektedir. Bu kremler ayrıca en önemli anti-aging kozmetiklerdir.
Güneşten koruyucu kremlerde markadan ziyade koruma faktörü ve uygulama sıklığı önemlidir. Bu kremlerin koruma faktörü adı verilen numaraları vardır. Genel olarak bu numara arttıkça güneşten korunma oranı artar. Etkili bir korunma için numarası 15'ten büyük olan geniş spektrumlu güneşten koruyucu kremler tercih edilmelidir. Yüz için tercihen faktör 30 ve yukarısı daha uygun olur. Bu kremler dışarı çıkmadan yarım saat önce yüz, boyun, dudaklar, kulak üstleri, boyun ve erkeklerde saçsız kafa derisi de dahil tüm açık bölgelere sürülmeli, 4 mevsim boyunca ve hayat boyu kullanılmalıdır. Bu kremlerin etkinliği terleme, sürtünme ve denize girip çıkma ile azalmaktadır.''
Doç. Dr. Erkek, güneş kremlerinin kış aylarında günde 1-2 kez, kayak sırasında ve yaz aylarında 2 saatte bir veya daha sık uygulanmasının önemine işaret ederek, ayrıca ultraviyole ışınların camdan da geçebildiğinden, balkonda veya pencere önünde otururken dahi kullanılması gerektiğini belirtti.